26 Eylül 2012 Çarşamba

PERİ KIZI ve GAY BAR : ERKEKLER ve KADINLAR


İstanbul henüz gündüzün yaşam  telaşını bitirmiş, gecenin ilerleyen ve sabaha kadar sürecek olan geceye hazırlandığı bir geceydi.



 İstanbul için her zaman ki gecelerden biriydi ama benim için cok farklıydı, çünkü yıllardır aradığım şey belki de oradaydı. Bakmadığım bir tek yer sanki orasi kalmıştı; gitmek oraya gitmemekten daha iyiydi belki sorularımın cevabi belki de  orada gizliydi kim bilir.

Çok sevdiğim bir arkadaşımdı Mario kendisi Almanya'dan İstanbul'a çalışmaya gelmis bir gey arkadaşımdı. Görünümü tamamen erkek  olan, ama pamuk gibi bir kalbi olan Marioyla bir arkadasim vasıtasıyla tanismistim. Onu cok seviyordum,ondan korkmuyordum nedense,biliyordum ki benim canimi yakmayacak,bana tecavüz etmeyecek. Bu yüzden ona güvenebilyordum ama sadece sevgi almak icin beslendiğim bir kaynakti.Darbe yemekten bitkin düstügüm ,tacizlerden biktigim ve peri kizi olmayi bıraktığım saatlerde,sadece onunyaninda bir kac saatligine o minik kücük masum kiz olurdum.Sonra  tüm maskelerimi takar peri kızına bürünür ucarak gülerek acimasizca olan hayata geri dönerdim.

Bir kedinin sevgi almak için sirnastigi gibi ona sirnasirdim.Mario  derdim sana gelicem gel zauberfee derdi yani peri kızı herkes bana perikizi derdi.Onun evine girdigimde bana brokoli corbasi pişirirdi, sohbet ederdik ,bazen aglardim yaninda cok sey anlatmazdim,kafami oksardi rahatlamaya başlardım, bir morfine ,bir uyusturucuya , bir alkole bagimlilik gibi yalvarirdim;Mario ne olur göğsüne uzanıp sana sarilabilir miyim diye.

Zauberfee derdi (perikizi) inan seni bilmesem,bu kadar sevmesem, bu kadar haline üzülmesem asla izin vermezdim ama derdi çok mahsunsun der kollarini uzatirdi.Kafami gögüsüne yasladigim anda,biraz olsun ruhum sakinleşmeye baslardi,ama nedenini bilmeden de taaa derinlerimden cok derinlerden göz yaşlarımı tutamaz bir kaç damla damlatırdım. Mario ‚‘‘ Yine dayanamadin döktün gözyaslarini kalbimin üstüne dimi der, kafamı okşardı‘‘ onun da bazen gözlerinin dolduğuna şahit olurdum.

Biraz sevgi stokladıktan sonra hemen ayaga kalkar,gözyaslarimi siler,hicbirsey olmais gibi kahkahalari atar, Mario`yu da güldürmeye calisirdim.

Güzel bir taraf daha vardi Mario yada ona para,yada hediyeler yada baska birsey vermeme gerek yoktu.

Bir gün, bir baska  bulusmamizda artik kararimi vermistim ne oldugumu ve ne istedigimi bilmeliydim. Evet öyle bir an ve öyle bir gün gelmistiki artik Marioya ya benide götür dedim! Nereye dedi ? Gittigin yere dedim,hani eglendigin ve arkadaslarinin oldugu yere dedim.

Emin misin dedi ? evet hemde cokdedim pek ala dedi gidiyoruz .Ve Besiktastan yola ciktik, ah Besiktas ne de çok severdim.iskelesiyle,Vapuruyle,Ortaköy ve Bogaziyle neler yasatmisti bana.

Akşam saat 23:00 de Taksime vardık ortalık cıvıl cıvıldı,herkes takmis takistirmis binbin renkten, kültürden ve dinden insan vardi.Herkes cilyavrusu gibi etrafa dagiliyor, ve gece nerede eğlenecekse oranin yolunu tutuyordu,E Taksimin Istiklal caddesiydi bu,orada yasanan hayatlar ve hikayelerde türlü türlü değil miydi,pek cok gecede peri kizi oralarda da dans etmemiş miydi.

Ama bu gece o parlak ve sah sahali barlarin disinda bir adrese gidecektik,cok heyecanliydim

Mario ve ben taksimde indik, ben gayet sade giyinmistim bir jean pantolun ve üstüme bir tisört, ve hos yüksek ökçeli ayakkabilar. Bu sadeligimin icinde bile dikkatleri yine üstüme cekiyordum .

Belime kadar uzanan tatlı acik kahve saclarim,cikik elma kemiklerim, zarif ve Uzun boyum  vucut ölçülerim,jenefer Lopezi andirir kalcalarim neler cekmistim o kalcalar yüzünden ve masumiyetim hemen dikkat çekiyordu. Geriliyordum yine ama bugun takmiyacaktim ve herzamankinden daha sade giyindigim için, ancak bu kadar peri kızını kamufle edebilmiştim.Bugün neyle karsilasacaktim acaba sabirsizlikla Marionun arkadaslarini beklemeye koyulduk,bir kafede beklemye başladık.

Mario gayet kuhl bir sekilde benden rahatsiz olmadan tüm dünyasini bana göstermeye hatta beni o dünyanın icine sokmaya hazirdi. E ne de olsa o da ilk defa gey olduktan sonar bir kadina bu kadar yakındı onun icinde pek kolay degildi tabularini yikmak , ama dedik ya peri kizi bu, bosuna peri kizi degil ikna edemeyeceği,tavliyamiyacagi,kalbini calamayacagi, kandiramiyacagi hicbir erkek varlik yok veya kisi yok.

Kadınlar haric elbet onun icin rakip cephesi Kadinlar, gerci Marioda peri kizi sadece sevgisini göstermisti o kadar,o yüzdende güzel ve karşılıklı güvene dayanan bir arkadaslik kurulmustu peri kizi ile Mario arasında.

Tam kahvelerimizi yudumlarken taksimin göbeğinde ,ilk arkadasi göründü yanimiza gelen ve selam veren hoş ,yakisikli bir o kadarda kültürlü bir erkekdi,birden ürperdim dedim eyvah erkek .

Mario ile tokalasti bana bakti, Mario göz kirpti kafa salladi bizden korkma der gibi.Kendi kendime neden benden cekindi ki acaba ? demeye kalmadi nedeni cikti ortaya.

Benimlede tokalastiktan sonra Mario dan aldigi güven isareti ile aninda ses tonu degisti elini cebine atti hemen küpesini çıkardı , bir hamlede sag kulagina takti ve ``ay kiz dedi,  ammada ürkekmissin ``dedi bana, sonra devam etti ``benden sana zarar gelmez kizzzzzz´´ dedi ve  basti kahkahayi.Ama dedi duymadın ,görmedin.Elbetteki dedim ve gülümsedim.Iyice rahatlamistim ben bu gece taciz yoktu.Ama bir yandan da garip bi durumdu kafa karistirici,ama neyse dedim devam peri kizi .Kalktik ordan Mario ben ve Serkan adindaki gey arkadas.Sonradan anladim kendisini saklamasinin nedenini, ailesi bilmiyomus, is cevresi elit tabakadan insanlarmis ve en garibide evliymis ve cocugu varmis tam bir karmasa.Asil cevabıma ulasmak istedigimden o anda serkanla fayla oyalanmadim.Ama elbetteki soktaydim erkeklerin birde bu dunyasi varmis dedim kendi kendime.Oan pek tepki vermedim ne pozitif ne negatif.

Ne tarafa devam ediyoruz dedim; Mario Zauberfee meshur tarlabasina dogru dedi hic duymamistim ve gitmemistim ,Istiklal caddesinin karanlik sokaklari olan sag tarafinda kaliyordu,eski köhne evlerin bulundugu , hemen hemen tüm kacaklarin,saklananlarin ,uyusturucu ve kadin ticaretinin ve özeliklede cingenelerin ve turkiyeye kacak girmis olan rus ve ukranyali kadinlarin saklandigi yer oldugunu cok uzun zaman sonra ögrendim.Deim Tarlabasinda nereye gidiyoruz, ded ki Meshur HANS BAR tamam dedim öyleyse gidelim.

Yürüyerek Istiklal caddesinden 20 dakikada Hans Barin önüne geldik,önden Mario girdi arkasindan ben iceri adimi mi attigim anda ortalik los ve karanliga yakin bir isikla isiklandirilmisti,sanki yüzler tüm netligi ile ortaya cikmasin diye, tavandan basic ve fazla buyuk olman bir mekandi .Iceriden girdikten sonra sag dogru bir odasi ve bari olan köhne salas bir yerdi.Sari isik hakimdi insanlar gelmisti ve oturuyorlardi.

Biz Mario ve ben sagdaki oda da bulunan bara gectik ben hemen Mario nun yanina oturdum. Mario herkese selam veriyordu.Herkes bana bakıyordu bir anda neden bu ilgi diye dusunurken birde etrafima tam olarak bakabildiğimde tek bayanın ben oldugumu görmüstüm .Bir an duraksadim bir sey olur mu bana diye bir kac dakkika gectikten sonra, herkes normal icmesine devam etti ,ve kahkahalara, unutulmuştum .Harika tam da istedigim buydu .Yanima genle orta yasa yakin 30 yaslarina yakin bir adam oturdu .Beni rahatsız etmedi ,ben etrafi seyre durdum iceri cok hos adamlar gelmeye baslamisti,Son derece zengin ve markali giyinen beyler ,iceri adim atiklari anda o erkeksi görünümlerinin altından kadin kahkahasina benzer kahkahayla gördügü erkek arkadaşına ya da erkek sevgilisine sarılıyordu. Aldığım bilgilere göre suanda ismini acikliyamiyacagim dev firmalarin Müdürleri vs. İş sahibi erkeklerdi bunlar,inanilmaz yakisikli ,karizma ama sevgilisi erkekti,en garibi bunlar ayni zamanda yine evli idi ve esleri durumdan habersiz kişilerdi. Sadece seyrediyordum bana sarkmadiklari müdetce ben burda iyiydim,ama bir yandan da huzursuz. Bu duygular icersinde iken birden sahneye pala biyikli ,her yeri hayvan gibi siyah killi bir adam fırladı aman yarrabi buda neydi.



Başladı göbeğini açmaya,sari bir gömleti altinda dar mi dar bir pantolon ve kıvırmaya basladi öyle bir dans ediyordu ki; o göbeği ile ve herkes onu alkisliyor ve eşlik ediyordu, garip ti ama dedim ya suan icin sadece seyrediyordum.

Derken içkimi yudumlarken gencten bir esmer yagiz bir Anadolu delikanlisi bize dogru gelmeye başladı, ve Mario yu dudağından sap diye öptü. Marionun gözleri parladı onu görünce Zauberfee  dedi Kaanin beline sarılarak iste dedi benim sevgilim KAAN tanistirayim dedi. Ben saskin selam verdim memnun oldum dedim.Evet karşımda duran bir 21 yaşında bir Varos delikanlıydı normalde bildigim heytttttt dedigi zaman yürekleri titreten, güçlü karizmatik mahallenin ve diyarin maco erkegi,kizlarin kalbini hoplatan aşiret cocugu belkide  ama suan  Marionun sevgilisiydi,sesini birden kalından inceye aldi ve sonra sohbete daldılar onlar.

Evet etrafa artık hakimdim, alışmıştım ama benim icimdeki o kocaman boşluk hala devam ediyordu benim cinsiyetim neydi, kadın miydim , degilmiydim ? Kadinsam neden farkinda değildim? Neden erkeklerden nefret ediyordum ? Burada 25 yaşında genc ,güzel ,alimli kadin görünümündeki ben , hatta anne ne arıyordum? Cevapları bulmaya gelmiştim bekliyordum,

Etrafıma bakınmaya devam ederken yanimda oturan sahis ,bana en sonunda gülümsedi bende biraz korkak ama kendimden emin ona geri gülümsedim. O da bi geydi sanirim erkek görünümündeydi,aslan gibi yiğit bir adama benziyordu fakat icini bilemem , konusmaya basladi, ``ne ariyorsunuz burda hayırdır dedi```bende bilmem  dedim  sonra basladik muhabet etmeye adi Muhittin idi, cok akilli bir adamdı isi gücü yerindeydi, sen ne yaparsin filan derken konuyu ben farkinda olmadan sevgiye getirdim.Dedi senin gibi güzel bir kadın neden sevgi derki gani dir herhalde sevgi verecek erkek dedi,yok dedim bu güne kadar sadece tutku vardi , yada cinsellik, aradigim gercek sevgi bu degil dedim, gerçek manada saf ,temiz , ve mutlu bir hayatim ve sevebilecegim bir esim ve yuvamin olmasi icin neler vermezdim, ama olmuyor gördügün gibi burdayim ama ariyorum birgün bulucagim dedim,erkeklerin tacizinden belkide olsa gerek buradayım işte dedim, tabi ona daha derinlerdeki hissiyatımdan bahsetmedim, anne olduğumdan da.

Peki dedim sen ne arıyorsun burada,iç çekti söyle bi ,``Benimde aslinda senden farkim yok,ne aradigimi biliyorum ama sanki değiştiremeyecekmişim gibi hisssediyorum  hep, ina  peri kizi dedi bilsem ki bu hayattan geylikten kurtulabileceğim  ve ihtiyac duymuyacagim bir erkege  ve seni üzmüyecegim hemen seninle evlenirdim .Benimde  aslında istegim sade ,mutlu ,sevgi dolu bir hayat bir yuva ``dedi .

Gözleri doldu, kafasını çevirdi belli etmek istememisti  acilarini,özlemlerini, pismanliklarini, cok sarhostu en içten ve en derinden konusmustu, bende bunu tüm kalbimle hissetmistim. Cünkü bende ona konuşurken tüm kalbimle konusmamismiydim.Ona ``Muhittin gercekten mutlu degilsen,neden terk etmiyorsun bu hayati, ve bu cinsel yasam tercihini, bak cok derinlerinde hala bir isik var bir kadina arzu , ve sevgi özlemi var, kendine ver bu sansi dedim, degisebilirsin hem kendini affedebilirsin hemde Allah seni affeder bunu asla unutma mutlu olmak icin hala bir sansin var dedim. Bana bakti aci bir tebessümle keşke diye ümit ederek. Benim halim perisan ken benden de parisanini görmek beni dahada üzmüştü,gece ne kadar renkli gibi görunsede , cigliklar atilsada , deli gibi her şeyi unutmak için insanlar içse de , icerden gelen o ses ic sesimizi hep duyduk,ve o gecede hatta herseyi dışarı vurarak konuştuk.

Sohbet sona ermişti ki tam Mario seslendi hadi peri kizi dedi devam ediyoruz burdan baska bir yerlere akacağız dedi, Muhittinle vedalastiktan sonra Pera palasin arka sokaklarina dogru yol almaya basladik gece 02:30 civarındaydı, gün artık karanlık geceyi yaşıyordu mevsimden yaz olduğu için İstanbul sokakları tiklim tiklim idi. Dar sokaklardan sonra barlardan birine daldik, acaba burda beni ne bekliyordu.Barda ben ‚Mario , ve Marionun sevgilisi Kaan oturuyorduk.Birden yanimiza 1,85 boylarında heybetli kadın görünümünde ama kasli bir Travesti geldi ve Mario ve Kaanla öpüstüler bana bi bakti , ben ona bir baktim selamlastik,sakindim çünkü bir travestiyi yakindan ilk defa görüyordum. Sohbete koyulduk, ne yapıyorsun iyisin, havadan sudan , bosluga atilan kahkahalar esliginde herkes mutluymusum rolünü oynuyordu.

Ben adi Burcu gerçek adi Nihat olan saclarini sariya boyamis olan ama yüzüne baktiginda harika ve yakışıklı bir erkegin cene ve elmacik kemiklerini yüz hatlarini o sert erkegi görebiliyordum.Onu incelediğimi ve baktığımı fark etti,bir anda sert bi bakis atti bana ve alayci bir edayla kafasini naz yapan bir bayan gibi yana cevirdi.Kusura bakma Burcu dedim seni rahatsız etmek istemezdim bakislarimla ama dedim, elimde olmadan oldu, birden bana döndü ve tamam , tamam ayol dedi. Bana döndügünde gözlerine , gözlerinin en derinine  sevgiyle baktım ve gözlerim ona sunlari söyler gibiydi , vucudu istedigi kadar  kadın görünümüne bürünmüs olsada gözlerinden ,icinde yatan o erkegi yakalamistim,sadece 1 dak yakalayabilmistim,öfkeli , kizgin,isyankar , ve kayipti mutluyum diye haykirsada gözleri bunu asla saklayamıyordu. Kendi kendime aslinda özünde kalsaydi nede Baba yigit bir erkek olurdu dedim.Burcu sanki aklımdan gecenleri anlar gibi sirtimi tipisladi Bosverrrrrrrr , cok gec artik dedi. Ve eski maskesine bürünerek başladı kadin edasiyle.

``Ne bakıyorsun bana öyle kız valla oyarim o gözlerini, bak senden de daha güzelim elle kiz su memelerimi ``dedi. Dedim yok sağol canim kalsin. O benden de kayipti, bir erkeği bu hale getiren neydi,Ne kadin ne Erkek tam arada kalmışlık, insan bu şekilde mümkün değil mutlu olamaz dedim ve düşünmeye devam ederken, haydi dedi Mario simdi dedi dans zamani.

 
Hemen o barin biraz bir kac sokak asagisinda bulunan eski taslarla kapli daracik sokaklari gectikten sonra hemen sag da 3 katli hatta 4 katli bir binaya geldik.Iceri girdigimde diger manzaralardan farkli buranin sadece gey ve travestiler bir arada olmasi di. Her katta dans eden geyler vardi .Biz en üst kattaki sark kösesi seklinde dösenmis köseye oturduk.Ben iyice degismeye baslamistim ,oryantel tarzi müzik caliyordu birden Kaan ayaga kalkti pantolunun icinden gömlegini cikardi ,göbegine kadar kivirdi, ve basladi sinin etrafinda yilan gibi dans etmeye , ben de o esnada ceketimi omzuma atmis , bagdas kurmus, elime bir maco , yada aga babasi gibi tesbih almis ve  sallarken buldum ; bir biyik kivirmadigim kalmisti. Kaani ayni o  tarzda izliyordum. Saatler sbaha karsi yaklasirken eve dogru yol aldik.



Kendimce ertesi gün iyi bir cevre yaptim kendime dedim, Marioyu da rahatsiz etmemistim, artik sürekli mario ile Hans barda takilmaya basladim taabi tek bayan herzamanki gibi ben  , sanki güvendeydim taaki o güne kadar.

O gece barda otururken o los isiklarin arasindan birden , dev gibi eni ve boyu nerdeyse ayni , pala biyikli,siyeh giyimli, elinde tesbihler bulunan adamlar geldi. Etrafa keskin bakislar atarak ilerlediler, orada bulunan geylerin kalcalarini avuclayarak pis pis siratarak bana dogru geliyorlardi. Etrafda bulunan herseyi ve herkesi yataga atmak ister gibi , sanki bir sex hayvani gibi gözleriyle herkesi yiyiyorlardi.

Ve tam da o anda iclerinden bir tanesi bana öyle pis baktiki gözleriyle soydu beni,tecavüz etti gözleriyle tüm bedenimde dolasti o arzusu ve sehvetti. Asil amaci geylerle gönül eglendirmek olan, ve kendince bakinda erkek görün demeye gelmis bu ayi,erkegin erkekle sex yapmasini erkeklik olarak bilecek kadar CAHIL olan bu ayi, üstüme dogru gelirken bu pilicinde ne isi var burda annam sen hangi türden sin dedigi bir anda , yerimden nasil firladim nasil kapiya dogru canimi zor attim, hala bugün gibi aklımdan. Orada beni onlara karsi koruyacak maalesef bir tane adam gibi adam , erkek gibi erkek maalesef yoktu. Biliyordum ki Mario da buna dahilde. Kosuyordum elimden geldigince oradan öyle bir kaçıyordum ki;kacarkende gözyaslarima hakim olamiyordum yine korkmustum, yine siginacak bir yer bulamamıştım, yine yanlizdim, yine güvenim sarsilmisti, o anda birden herseyi gercegi ile gördum. Ben onlar gey diye sex yapmiyorlar diye düsünmeyi tercih etmiştim, o alemde sex yoktu diye kendi kendime kabullenmiştim. Beynim cünkü ancak bu sekilde orada rahatti, kadin ve erkek de bir arada olmadigina göre orada kendimce sex olamazdi, erkek erkekle sex yapmaz algisi beynime hakim oldugundan bende kendimi kadın olarak görmedigimden o mekanda sex olamazdi. Sex olmayan yerde de peri kizi bi nefes alabilecekti ve almisti. Taaki o pala biyiklilar oaraya gelince oaranin sex icin oldugu ve hatta kendimde hedef olarak yine secilince artik hans bari ve o mekanlari terk etmeye karar verdim.

Ayrica onlar benden de kayipti,karanliktaydi, ben en azindan kadin görünumume uygun hareket edip kadın rölünü taklit edebiliyordum. Ama onlar mevcut erkek kalibinin disina cikmislardi ve hepten kayiptilar, pismandilar, kafalari benimkinden karışıktı. Mutsuzdular, cevaplarim orda da degildi.

 

Tekrar  İstanbul gecelerine akmaya başladım, o zamanin en meshur gece kulüplerinden biri olan Samdan daydım, arkadaslarimla beraber oraya gitmistik. Erkeklerle ilgilenmiyordum, birden iki tane bayanin bana baktigini fark ettim sanki beni kesiyo gibiydiler, bende o gece kadin kostümlerimi giymiştim muhtesem bir mini etek, uzun topuku siyah ayakkabilar, gögüs dekoltesi oldukca acik olan bir combine secmistim al al yanan kirmiziya boyanmis dudaklar, bayanlara gülümsedim lezbiyen olduklarini anlamıştım, acaba tercihim kadinlarmiydi  gerci anneme duydugum nefret yüzündn tüm kadinlardan da nefret ediyordum ama  cinsel  tercihim bu muydu bunu anlamalıydım. İkisi karşılıklı duruyorlardı tam arkamdalardı içki almak icin bara gidebilmem icin aralarindan gecmem gerekiyordu bilerek öyle bir pusu kurmuşlardı, onlara sürtünerek gecebilmekten baska yol birakmamaislardi bana , ickim bittene kadar beklediler, ve bende bunu denemek istediğim icin baska bir yol aramadim onalar istediklerini verecektim bana dokunmalarına izin verecektim.Arkami dondum onkara dogru dönmüstüm zaten hemen yan dönerek aralarından gecmek zorunda kalmistim birine sirtim dönükken birine yüzüm dönuktü beni aralarına tam aldiklarinda biri arkadan basenlerimi ellerken digeri gögüslerime inanilmaz bir tutkuyla bakıyordu kalabaliga aldirmadan bir kac dakika orada kaldigim anda bunu istemedigimi ve tiksinc bulduğumu hissetim ve sert bir hamleyle ciktim aralarindan , hayır hiç hoşlanmamıştım bundan bir kadının bana dokunmasi güzel degildi nefret ettim o anada herseyden onlardan kendimden .

O mekanı hemen terk ettim, ve artik biliyordum ki ben Lezbiyende olamazdim, yanizdim ne erkeklerle olabiliyordum sex istemiyordum onlardan sadece Sevgi istiyordum , ama onlar ben 1 yudum sevgi  istesem karşılığını mutlaka bedenimdn aliyorlardi ve ben inciniyordum, illa tecavüz veya tacizle degil karşılık vermek zorunda kaliyordum beni terk etmesin diye , Hersey Sevgi icin. Geylerle dostolamdim denemedim olmamisti orada da sex cikti karsima , kadinlarlada olmadi, sanirim tek bir care kalmisti benim için A sexüel olmak , o dönem bir arkadasimla dertlesirken dedim ben ne kadin need erkekle beraber olmak istemiyorum nedir benim tercihim benim bir cinsel tercihim yok, bana bu durumda sen A sexüelsin dedi , yani hiçbir cinsel secimi olmayan ve kimseyle kadin yada erkek beraber olmayan Kadindemek.

Ve son kararım herkesle tanışırken ya da teklif aldığımda onlara ben A sexüelim diyorrdum durumum buydu ama o Sevgi açlığı hala geçmiyordu.

 
Peki 26 yaşındaki genc ve güzel bir bayani bir anneyi bir gey bara sürükleyen, lezbiyenlerle bulusturan kaybolmuş bir durumda Istanbulda peri kizi olarak dolastiran neden neydi nasil olmustuda Peri kzi Hans bara kadar gelmişti .

25 Eylül 2012 Salı

ÇOCUĞUM EŞCİNSEL Mİ?

EŞCİNSELLİĞİN İLK BELİRTİLERİ


Çocukluk yıllarında biyolojik cinsiyete uygun olmayan davranışlar ve diğer aynı cins çocuklarla ya­şanan problemlerin birlikte görülmesi eşcinselliğin ilk belirtileri olarak kabul edil­mektedir. Aynı cinse çocuklar tarafından dışlanma ve kişinin kendi cinsi­yetinden alacağı kuvvetten mahrum kalması, aynı cinsin ero­tikleştirilmesine neden olabilir. Sıklıkla rastlanan, teşhircilik ya da aşırı tutuk davranışlarla kendini gösteren bir bedene yaban­cılaşma süreci söz konusudur. Ayrıca kişisel güç duyumunda eksiklik yaşanır. Sonuçta, örselenmiş cinsiyet kimliğini onar­ma dürtüsü olarak eşcinsellik gelişebilir.
Erkeklerde eşcinselliğin ilk belirtileri şunlardır;
—hakkını savunmada ve kendini ortaya koyma da zorlanma,
—bağımlılığın ve öfkenin cinselleştirilmesi,
—aynı cinsten savunmacı bir tutumla kopma,
—aynı cinsle erotik olmayan arkadaşlık ilişki­lerinde zorluk yaşama,
—sözle arkadan vurma,
—kendini bir sporcu olarak hayal edememe,
—fiziksel aktivitelerden ve spor oyunlarından nefret etme,
—macera ve spor hikâyeleri okumakta sıkılma veya okumama,
—5–12 yaşları arasında anneye, bü­yük anneye, teyzeye ya da ablaya yakın durma,
—yaşıtı olan diğer erkek çocukların karşısında korkak ve ihtiyatlı olma,
—erkek oyunları yerine kız oyunlarını tercih etme,
—tehlikeli görünen yırtıcı oyunlar oynamakta olan akranlarını dışarı­dan izleme yani bir nevi “mutfak penceresi çocuğu” haline gelme,
—bir köşeye çekilme ve sosyal olarak yalnız kalma eğiliminde olma,
—diğer erkek ço­cukların rekabet içeren oyunlarına katılmama,
—erkek çocukların oyun ve etkinliklerine karşı rahatsızlık duyma,
—bebeklerle oynama,
—kızlarla birlikte olmaya eğilim,
—kız kıyafetleri giymeden hoşlanma,
—yetişkin erkek­lerden ziyade yetişkin kadınların refakatinde olmayı tercih et­me,
—kızlar yerine erkeklere cinsel ilgi gösterme,
—diğer çocuklar tarafından “nonoş” lakabının takılması,
—etrafındakiler tarafından kız gibi bir çocuk şeklinde algılanma,
—erkek akranla­rına karşı kendini pasif ve zayıf olarak algılama,
—kavga dövüşten kaçınma,
—incinmekten ve yaralanmaktan korkma,
—çekingen davranma,
—çok kitap okuma,
—kırılgan ve hassas bir yapıda olma,
—utangaçlık veya teşhircilik,
—aşın derecede duygusal olma,
—yapayalnız hissetme,
—kadınsı olma,
—girişken olmada zorlanma,
—kendini bir erkek olarak eksik ve yetersiz görme duygusu,
—erkek çocuklar yerine kız çocuklarla oynama,
—çocuklukta daha narin ve beceriksiz olma,
—kendini hayal kırıklıkları içinde, mutsuz ve reddedilmiş olarak hissetme,
—öfkeyi açığa vurma ve sosyal or­tamlarda kendini ortaya koymada tutukluk yaşama,
—saldırganlık içeren davranışlardan kaçınma eğiliminde olma, vb.
Eşcinselliğin öngörül­mesinde, çocukluk yıllarındaki erkeksi davranışların eksikliğinin görülmesi, kadınsı özelliklerin varlığından bile daha güçlü bir belirleyicidir. Eğer ebeveynler kadınsı davra­nışları tasvip etmediklerini aktif bir şekilde göstermezlerse tarafsız tutumları, çocuk tarafından göz yummak olarak yorumlanabilir. Hatta anne, çocukla olan iletişiminde bilinçli veya bilinçsiz düzeyde, kadınsı davranış beklentisini bir şekilde çocuğuna aktarabilir.


http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1087.0

23 Eylül 2012 Pazar

DİYET TERAPİ HOŞGELDİN KADIN KİMLİĞİM, ELVEDA KİLOLAR


HOŞGELDİN KADIN KİMLİĞİM, ELVEDA KİLOLAR
 2,5 kilo ağırlığında cılız, ufak tefek bir kız çocuğu olarak doğmuşum. Pek kolay olmamış doğumum, belki o zamandan belliymiş hayatın kolay olmayacağı. Çocukken de pek iri bir çocuk değildim, ufak tefekmişim fotoğraflarımdan gördüğüm kadarıyla. Oğlan çocuğu gibi kısacık saçlı, her fotoğrafta bacak bacak üstüne atıp artistik pozlar veren, makyaj yapmayı seven, tırnakları ojesiz kalmayan bir kız çocuğu. Ailem beni 2. erkek çocukları yapmaya çalıştıkça ben bir savaş verdim hayır kız çocuğu olacağım diye. Büyüdükçe kilo almaya başladım, ergenlikte yanaklar, basenler, kollar şişmeye başladı. Çok kilolu değildim ama yine de bol pantolon giyerdim hep alt kısımları saklamak için. Halbuki kadınların yaptığı yanlışlardan biridir bu. Pek beğenmezdim kendimi ergenliğimde, sivilceler çıkar, göğüsler çıkar, bende de hepsi oldu, aynalara sinir olurdum, sanki tipsiz gösteriyordu beni. Ergenliğin sonlarına doğru ilerliyor zaman. Üniversiteye girmeye yakın zamanlar. Yani kısacası en kötü hissettiğim zamanlar. Bunalım, uykusuzluk, hazımsızlık, hastalıklardan toparlanma. Tuvalete gitmek bile benim için büyük bir sorun. Sindirime yardımcı yoğurtlar, kayısılar, şunlar bunlar, faydası olmayan şeylere devam. Ve ardından bir anda alınmaya başlanan kilolar. Standart bir kadın olarak fazla uzun boy da yok. Kilo oldu 65. Kısa boylu bir su bidonu gibiyim. Hiçbir kıyafetim olmuyordu. Ne yapılır, tabi ki elbise dolabı yenilenir. 3-4 tane kıyafet aldım yeni, bu kilolar kısa zamanda gitmeliydi, bu yeni bol kıyafetlere fazla alışmamalıydım. O kıyafetler bir süre üzerimdeydi, özellikle birkaç tanesini belirletip değiştirip giyiyordum. (Kilo verdikten sonra ilk iş onları birilerine verdim, görmek bile istemedim.)
 Bu arada şu anda Hakkın rahmetine kavuşmuş sevgilisi eski psikiyatristimle olan macerayı da atlamamak lazım. Sadece 1 kez gittim, yarım saate yakın konuştuk ve seni biraz üzgün gördüm dedi. ‘Ciddi misin? Ben de bu cümleyi duymak için gelmiştim zaten’ demek gelmişti bir an içimden. Ve hemen bana bir antidepresan yazdı. Reçete hazırdı zaten adamın kafada. 1 seneye yakın kullandım o lüzumsuz ilacı. 2 gün almayı unuttuğumda tansiyonumun bir anda 13, bir anda 8 olduğunu hatırlıyorum. Onu yaşadıktan sonra, ilaç bırakma sürecinde evden çıkmaya korkuyordum, bayılacağım bir yerde diye. Tabi bu sürede vücudumda şişkinlik olmaya başladı, kilo değil, tuhaf bir şekilde şişiyordum. Ruh halimiz düzelsin diye doktora gittik, şişmeye başladık diyordum kendi kendime. Tabi uyku saatlerinin de uzaması bu durumu arttırdı. Yürüyüş, koşu gibi hareketlerim de sınırlı, kafam uyuşuk dolaşıyorum, yiyip yiyip oturdum bir de. Gelsin kilolar.
 Aradan geçen birkaç yıldan sonra üniversiteye başladım kolları, vücudu yapılı, şap şap ses çıkan bir genç olarak. Kıyafet tarzı henüz oturmamış, kilolarından tam kurtulamamış, yine kısa saçlı bir genç kız. Özel üniversite kazandım, etrafımdaki teyzeler, ‘oh ne güzel zengin yakışıklı çocuklar vardır orada’ diye göbek atıyorlar benim adıma. Ben ise bu tiple çok da başarılı olacağımı sanmıyorum. İncecik incecik, kokoş kızlar var okulda. Benim pek şansım yok galiba diye düşünüyordum. Ama çalışmalara başladım, arada elbiseler giymeler, yediklerime biraz daha dikkat etmeler. Kararlıydım, değişeceğim.
 Üniversitenin 3. yılı. Terapiye başladım. Kilolar biraz gitti fakat hala çıtı pıtı bir halde değilim. Yanlara doğru gidiyor benim vücut. Vücudumun aşağı taraflarının da yine maşallahı var. Dar kesim pantolon o zamanlarda moda ama bende pekiyi durmuyor. Bir de kişilik bozukluğu tanısı koyduğum sevgilim kendi göbeğine bakmadan bana kilolusun kabul et demiyor muydu, benim bir gıdım olan özgüven gitmeye başladı. Terapiler başladıktan sonra ilk zamanlarında özellikle seans sonrası yorgunluklar ve iştahımda azalmaya fark ettim, sindirim sorunu gitmeye başladı. Küçük çocuklar kaka yapınca anne babası mutlu olur, ben de mutlu oluyordum. İçimdekileri boşalttıkça terapi odasında, tuvalette de mi boşaltımı kolay sağlıyordum nedir. Yavaş yavaş kilolar gitmeye başladı. Ama bu üzülecek, vah vah bir deri bir kemik kalıyorum diyecek bir durum değildi. Zaten öyle birden de 10 kilo vermedim. Eskiden her boşlukta olduğum anda, kendimi kötü hissettiğim anda yemeğe saldırıyordum. Özellikle çikolata ve tatlı türü şeyler. Mutluluk hormonu veriyormuş ya, tabi sonrasında da depresyona dönüşüyor kilolarla o hormonlar. Tabak tabak yemiyordum ama sanki hayatımdaki boşlukları ağzımı sürekli dolu tutarak doldurmaya çalışıyordum. Şimdi ise boşluklarım sanki seanslarımla doluyor, oturup düşünüyorum öyle uzun süre, katatoniye bağlamış gibi. Mazoşistçe bir zevk oldu bu aslında. Acı çekiyorum, kilo veriyorum, ama bir yandan da geleceğimin, kişiliğimin vitaminlerini alıyorum adeta.
 Terapi başlayalı önümüzdeki ay 2 sene olacak. Etrafımdakiler ne zaman biteceğini sorduğunda, bunu bilmiyorum ve bilmem de pek mümkün değil gibi görünüyor diye cevap veriyorum. Benim başta düşündüğüm gibi 2 ayda vedalaşılmıyormuş, eğer öyle olsaydı sadece bunalımım geçerdi. Peki ya oturtamadığım kişiliğim, veremediğim kilolarım. İnceltemediğim basenlerim ne olacaktı. Onlar da benimle yaşamaya devam edecekti. Şimdi adeta fare gibi her sandalye arasından geçebiliyorum, inceldim, neredeyse 36 beden her kıyafeti giyebiliyorum. Beni hem çekici, hem daha güzel, hem de daha zarif yaptı bu. Bir mağazaya gittiğimde ay size kıyafet bulmak çok kolay diyorlar. Balo kıyafetim de denediğim 2. kıyafetti. Narsist kişiliğimi de okşuyor tabi ki, itiraf ediyorum. Bir kadın olarak güzellik, zayıflık bir yere kadar işe yarıyor, bunu da atlamamak lazım.
 Buraya kadar hikayeyi anlattım, şimdi bunun benim kadın kimliğime, cinsel kimliğimle olan alakasını düşündüğümde ilginç şeyler çıkacak sanırsam ortaya. Zihnimizdeki kadın algısı nedir, erkekten ufak, erkekten güçsüz, daha narin, biraz da zayıf karakterlidir. Erkek onu kollar, kanat gerer, evin reisidir gibi masallarla büyüdük. Şişman olmak neye yarıyor peki bir kadın için, erkek gücüne yaklaşmak, iri bir vücuda sahip olmak, sahip olamadıkları penisin yerine kilolarını koyuyor belki de. Bununla beraber kadın daha çok görünüş, estetikle ön plana çıkan bir varlık olduğu için bu erkeklerle olan cinsiyet yarışını zarafetini, güzelliğini yitirerek kaybediyor. Kendi eliyle galibiyeti veriyor aslında. ‘Kilolarla barışık olmak’ gibi günümüzün süslü lafları da kandırmacanın güzel örnekleri kadınlar için. 65 kilo olduğum zaman hiç de barışık değildim. Mağazadan alışveriş yapamayıp, sürekli terzi peşinde koşarsanız kendinizle barışık olamazsınız. İstediğiniz kadar kariyerinizde iyi bir yerde olun, eğer bir iş yerinde sizinle aynı ismi taşıyan bir iş arkadaşınız varsa hani şişman olan … hanım diye ayırt edilirsiniz.
 Şişman olmak cinsellikle nasıl ilişkilendirilir diye düşünürsem de şunları buldum. Cinsel açıdan tatmin olamıyorsa bir kadın, cinsel hayatımız mutlu değilse, daha fazla yemek yer, o tatminsizliği tüketmeye çalışır. Atasözü ne der ‘bir gram et, bin ayıp örter’. Neyin ayıbını örtüyor, cinsel yetersizliğin mi yoksa kadının yıllardır haram, günaha davet eden olarak nitelendirilen vücudunu mu? Henüz cevabını bulan yok sanırım.
 Kadının kilolu olması onu çelimsiz, güçsüz kuvvetsiz profilden de çıkarıyor gibi bir inanış var bir yandan da. Ben kilo verdikten sonra insanlar hastalıklı gözüyle bakıyorlardı uzun bir süre, neyin var çok kilo vermişsin diye soruyorlardı. Bunu soranlar o basenleri, göbekleri şişmiş, menopoza girmiş teyzeler. Zihinlerinden geçen haset dolu düşünceler yüzlerine vuruyor aslında, ah ben de bir zamanlar böyleydim diyorlar eminim. Kadın kadını çekemiyor yine.
 Yine kendime dönersem, kilolu olduğum zamanlarda kadınlıktan çok uzaktım. Sürekli pantolon giyiyordum, etek, elbise giymiyordum. Kıyafet benim için bir sorun oluyordu. Bu anlamda da kendime güvenemiyordum bir sosyal ilişki kurarken, önce kendime inanmalıydım ki, sonra karşımdaki insana (kadın veya erkek) kendimi ifade edebileyim. Bu olmuyordu, hep 1-0 yenik başlıyordum. Ne kadın olarak başlıyordum, ne de erkek olarak başlıyordum, çünkü kadınlığımın zarafetini özlüyordum.
  Şimdi en azından görünüşümle ben bir adım önde başlıyorum bir ilişkiye. Etek giyebiliyorum, elbise giyebiliyorum. Zarafet sahibi bir kadın olma yolunda ilerliyorum. Etrafımdaki bunalımlı tipler pek hoşlanmıyor tabi, onlar hala çok zayıfsın gibi acıyan bakışlarıyla ve kilolarıyla devam ediyorlar hayatlarına.

NE KADINIM NE ERKEK NE EŞCİNSEL NE DE LEZBİYEN


NE KADINIM NE ERKEK NE EŞCİNSEL NE DE LEZBİYEN
 Nihayet bir şeyler gün yüzüne çıktı. Uzun zamandır itiraf etmeye dillendirmeye korkuyordum aslında. Ama hep içimde vardı, bende de var mı eşcinsellik diye soruyordum kendime. Psikoloji biliminde her erkeğin içinde bir kadın, her kadının içinde de bir kadın olduğu bir gerçek. Bu açıdan bakıldığında insan olarak hepimizde eşcinsellik var. Tabi bu bazılarımızda yoğun yaşanıyor, duygusallıktan eylem boyutuna geçiyor. Ve içinde duygusallık barındırmayan tamamiyle cinsellik üzerine kurulu eşcinsel seks hayatı başlıyor.
 Ben kendimi şimdiye kadar lezbiyen, eşcinsel veya ibne olarak konumlandırmadım. Bugün de anladım ki yaşadığım şey sadece duygusal boyutta içimdeki kadını, annemi aramak aslında. Bir kadına baktığımda güzelliğine bakıyorum, bu belki de kadınca bir haset. Ama esas aradığım saçımı okşayacak, iyi bir şey yaptığımda beni takdir edecek bir anne. Tabi ki bunun nedeni de çocukluğumda, ergenliğimde ve hala alamadığım eksik kalan sevgim, takdir edilme duygum. ‘Aferin benim kızıma’ bizim evde pek de duyulmayan bir cümleydi. Hep korkardım hata yapmaktan. Hep de yapardım. Hemen de suratım ve omuzlarım düşerdi. Onun için hep biraz saf, hassas, narin kaldım. Büyürken, çatışacağım, kavga edeceğim bir annem de yoktu yanımda. Belki de tam bir şeyleri değiştirecekken, ya da tam tersi daha kötü bir ilişkimiz olacakken yalnız kaldım. Annemle kavga edemeden, bir şeylerin hesabını soramadan gitti. Beni bütün bu düşüncelerle baş başa bıraktı. 8 senedir de benim kadınlıkla ilgili, büyümekle ilgili soru sorabileceğim hiç kimse yok yanımda. Periyodik dönemim geldiğindeki tatlı krizimi, karın ağrımı, yüzümün soluk olmasını bilen bir kadın yok yanımda. 
 Kendi kendime büyüdüm, seneler geçti. Bu sürede o kadar çok erkeği aldım ki hayatıma hepsi bu yalnızlığın boşluğunu dolduracak sanarken hepsi daha çok delik açtı hayatımda. Yama yapmaya çalışıyorum şimdi o deliklere. Hepsine anne gibi davranmaya çalıştım. Her ilişkimde ben biliyorum havasındaydım bir bok bilmiyorken. Yani bir erkekle sidik yarıştırıyordum hep. Penisim yok ama seninle yarışırım. İlişki zihniyetimde neler var? ; Benim kölem olacaksın. Babam gibi sessiz, pasif bir adam ol, erkek olma, ama biraz da ol. Beni dinle, sözümden çıkma, beni sev, ilgilen. Her şeyi bırak, benim ol. Gözümle görünce anladım, ne çok şey beklemişim bir erkekten, hala da bekliyorum. Ben de erkek olsam ben gibi bir kadından korkardım.
 Yaklaşık son 2 seneyi deneme yanılma yöntemi ile geçirdikten sonra bir durgunluk dönemi geldi nihayet. Son zamanlarda gördüğüm rüyalar bir garip hal almaya başladı bu seferde. Bir rüyamda annemle seviştim, bir rüyamda penisimin olduğunu gördüm. Eyvah başladı bende de eşcinsel eğilimler. Ne yapsam, söylesem mi, söylemesem mi diye düşünürken gittiğim son seansımın sonuna doğru bombayı patlattım. Evet rüyamda penisim vardı ve işiyordum. Büyük bir penisti. (Rüyada bile küçük penis çıkmıyor benden). Uyandığımda tedirgindim, ne oluyor erkek mi oldum dedim bir an.  Erkek olmaktan da korkuyorum çünkü. Kadınım ben ya nereden çıktı şimdi penis. Peki gerçekten kadın mıyım. Pembe nüfus cüzdanım olduğuna göre evet. Ama psikolojinin istediği cinsel kimliği oturmuş sağlıklı bir kadın mıyım? Cevap maalesef ki hayır. Topuklu ayakkabı giymekle, kısa etek giymekle, erkekleri etkilemekle olmuyor maalesef bu. Denedim, yaşadım ve anladım sonunda. Çok erkek avladım. Pek de elimden kaçan olmadı. Ama hiçbir şeyi ispatlamadı bu bana. Evet erkekleri etkileyebiliyorum. Peki ya sonra? İş gerçek bir ilişkiye dönüşebiliyor mu? Dönüşemiyor. Çünkü orada duygular var, kadın olmak var, erkeksi yanımı kontrol etmek var. Güç var. Güçlü kadınların başarabildiği aşkı ben şimdiye kadar başaramadım. Sürpriz bir sonuç da değil aslında bir aslan da ceylanı avlarken duygusal bağ kurmuyor, sadece karnını doyurmayı düşünüyor. Ben de egomu şişirecek bir av bulmaya çalıştığım için hep oyun bozuluyor, ilişkiye dönemiyordu bu av avcı oyunu. Oyunu benim de bozduğum zamanlar oldu emek vermemek için. Nasıl olsa karnım doydu, ne uğraşacağım bundan sonra. Alacağımı aldım. Bir kez daha da ispatlamış oldum lezbiyen değilim. Bir erkeği avladım. Kısa bir zaman sonra da buruşturup atacağım. Esasında kadınlar dünya var olduğundan beri söyledikleri ‘erkekler kadınları mendil gibi kullanıp atıyor’ gibi zırvalıklara inanıyorlar ama ellerinde fırsat olduğu zaman daha acımasızlarını yapıyorlar. İlişki algılarımız da bozuk. Erkeğe düşman olarak yetiştiriliyoruz. Haliyle rotayı başka tarafa kaydırıyoruz. Ama içimizde erkeklerden almamız gereken bir intikam büyütüyoruz yıllarca. Onun için penisimiz varmış, güçlüymüşüz gibi bir hava estiriyoruz. Tıpkı benim yaptığım gibi. Kabul ediyorum, bütün bunları bir zamanlar yakın arkadaşımla kurduğum (arkadaşım kadın) duygusal boyuttaki lezbiyen ilişkiden kurtulmak için yaptım. Bu yazıyı okuyan kadınlar da iyi düşünmeli, kaç kız arkadaşınızla ay şekerim o kadar konuşuyoruz buluşuyoruz ki seninle karı koca gibi olduk diye şakalaştınız. Şimdiye kadar yapmadıysanız da bir kadından bunu duyduğunuzda çok yadırgamazsınız.
 30 yaşıma doğru ilerlerken oturup cinsel kimliğimi düşüneceğimi, içimdeki kadını ortaya çıkarmaya çalışırken lezbiyen bir taraf ile karşılaşacağımı, erkeksi bir yanımın olmasından korkacağımı, ne olduğumu bulmanın bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Bugün oyunu bozdum, utandım, sıkıldım, gözlerimi kaçırdım. Ama bugün bunu kelimelere, bilgisayar ekranına da döktüm. Evet, ben kadınlığını ispatlamaya çalışan, kadın olmak ve erkek olmak arasında sıkışmış kalmış acı çeken bir insan evladıyım.

22 Eylül 2012 Cumartesi

AYAK FETİŞİZMİ: PENİS Mİ AYAK MI? AYAK SEVGİSİ?


AYAK FETİŞİZMİ: PENİS Mİ AYAK MI? AYAKLARIMI SEVİYOR MUYUM?

2.TERAPİ

Tanışma faslı olan 1. terapiden sonra 2. terapi için HK ya gittim. Nedenini anlamadığım bir şekilde merdivenlerden çıkarken fena heyecan bastırdı. Odaya girene kadar kalbim yerinden çıkacaktı neredeyse. Fakat odaya girdiğim anda bir rahatlama oldu. Çünkü orası sadece bir oda değil ayrıca benim şifa bulacağım yerdi.
Kısaca derdimi özet olarak anlatayım.
---19 yaşında kendine güven eksikliği olan ve eşcinsel diye tabir edilen(ki ben bunu asla kabullenmiyorum-kimlik bozukluğu-bence) derde sahip bir avareyim. Dertlerim sadece bunlar da değil. Duygularım diğerlerinden çok farklı. Öncelikle bir ayak fetiştiyim.Kölelik duygum var. Bir de eşcinselliğin üzerine bu eklenince hayat daha da çekilmez oluyor. Gerçi HK fetişstliği hayatıma erkek penisinden korunmak için farkında olmadan soktuğumu ve bu yönde daha şanslı olduğumu söylüyor ama. İşte aslında hepsi aynı şey. Ama her insanda farklı bir şekilde açığa çıkıyor. Baba yokluğu aşırı anne otoritesi altında yetişmenin ve üzerine de bazı şeylerin eklenmesi bu sonucu doğurmuş.---
Odaya girdim, oturdum ve konuşmaya başladık. Geçen terapiden fazlaca zaman geçmesine rağmen kaldığımız yerden aynen devam ettik. Aslında
gün geçtikçe neden böyle olduğum sorusuna bir adım daha yaklaşıyoruz. Ailemin yanında bende de suç varmış. Zamanında ayıptır diye uzak kaldığım şeyler(Küfürler, sokak dili, erkek muhabbetleri, kadın-erkek ilişkisi)benim başıma bu çorabı örmüşler. İnanın daha bir kadın ve erkeğin nasıl ilişkiye girdiğini 10.sınıfta öğrendim. Zaten hiçbir şey bilmediğim için de ergenliğe bu dönemde girdim. Yani o kadar cahilmişim ki cinsellik konusunda ne kendimi keşfedebilmişim ne de kafamda oluşabilmesine izin verebilmişim.-Siz bilmediğiniz bir şeyi kafanıza nasıl sokabilirsiniz ki?-İşte zavallı bilinçaltım her şeyden habersizce kendini koruma altına alabilmek için kolay yolu seçip beni tatmin etmek uğruna fetişistliği saklamış kendi içinde.--E peki şimdi sorun ne?--Sorun nasıl çözülür?--Sorun kendimi bir kafes içine kilitlemem. B u kafesi öyle bir kilitlemişim ki bilemediğim kadar kilidi var. Ve bir o kadar da anahtarı olmalı demek ki. Bunları keşfetmek için uzun bir yolculuğa çıktım kendi içimde. Şimdilik HK ile sadece 3 anahtar keşfedebildik. Bunlar sosyal olmam gerektiği, aileme karşı belki bağlılığımı belki bağımlılığımı azaltmam gerektiği ve ----cinselliği hayatıma sokmam gerektiği----.Bana düşense bu anahtarlarla doğru kilidi bulabilmek. İşte bunu yaptığım anda da yıllardır kullanmadığım kanatlarımla dilediğim yere uçup orada dilediğimi yapabileceğim. Artık kafesin içinden dışarıda olanları izlemek yerine o anlara dahil olabileceğim. Cinselliğimi hayatıma soktuğum anahtarı alıp Allaha ulaştırabileceğim. En azından şimdilik bunu umut ediyorum. Bu bile iyileşme belirtisidir. Teşekkürler HK İNŞALLAH 3.terapide görüşmek üzere...

Fetişizm: Cinsel Yaşamın Rengi mi? Sapkınlık mı?

 Cinsel hazzı artıran nesneler, beden bölgeleri tutkusu.. Anormal bir davranış mı? Yoksa cinsel hayatın bir rengi mi?
 Neden bazı eşyalar, giysiler ve vücudun özel kısımları bazı insanlar için baştan çıkarıcıdır?
 Yüksek topuklu kadın ayakkabıları, fantazi amaçla kullanılan saten çarşaflar, deri aksesuarlar.. Bazı erkekler için bir kadının ayaklarını kendi başına çok uyarıcı gelir. Bunlar sapkınlık mıdır? Yoksa cinsel yaşamı tek düze kadın-erkek birleşmesinin ötesine geçiren, ona renk ve zevk katan unsurlar mıdır?
 İnsan için cinsellik türün devamını sağlamak kadın ve erkeğin çiftleşmesinden çok daha öte anlamlar taşır.
 Neredeyse herkes bazı nesnelere cinsel uyarımı artırması anlamında özel değerler yükler  Özellikle iç çamaşırları, özel giysiler, cinsellikle bilinç altında eşleştirilmiş aksesuarlar bazı insanlar için vazgeçilmez değer taşıyabilir. Ya da doğrudan cinsel organ olmamasına karşın insan bedeninin bazı kısımlar kendi başına uyarıcı hale gelebilir.
 Kıyafetler, içinde bulunulan ortam, partnerinin statüsü, davranışları ve görünümü insanları çok farklı şekillerde etkiler. Kimi zaman cinsel uyarıyı artırır ve doyumlu bir deneyime giden yolu kolaylaştırır kimi zaman da büyüyü kaçırır ve tatminsizliğe sebep olabilir.
 Cinsel uyarımın saplantılı bir şekilde eşleştiği, kendi başına bir cinsellik aracı olmayan  nesne’ye fetiş denir. 
 Fetişizm ise normal hayatın sürdürülmesine ve sağlıklı ve doyumlu cinsel yaşamın hayata geçmesine engel olacak kadar fetiş uğraşlarının hayata egemen olması halidir.  Bu düzeyde Fetişizm psikiyatride parafili olarak tanımlanan cinsel uyum bozuklukları sınıfında bir rahatsızlıktır.
 Bir çok insan için fetiş nesneleri sorun yaratmaz. Hatta insanlar fetişlerini severler ve eğlenceli bulurlar. Bu konu hakkında konuşmak her ne kadar rahat olmasa da insanlar bu özellikleri için bir uzmana gitmezler. Onlar için fetiş nesneler fantazi dünyalarının vazgeçilmez parçasıdır.
 İleri düzeylere geldiğinde bireyin kendisi ve cinsel hayatında muhatap olduğu insanlar için ciddi sorunları beraberinde getirebilir. Hayat çekilmez hale gelebilir, tüm gün bunları düşünerek zaman kaybedilebilir. Evlilikler zedelenebilir ve fetişler olmadan asla cinsel uyarım ve doyum sağlanamaz hale gelebilir. Bu yüzden bazı evli insanlar evlilik dışı ilişkilerde bu ihtiyaçlarının tatmin etme yoluna gidebilir.
 Fetişizm ve fetiş tutkusu çoğunlukla erkeklerde görülür.  Ancak son yıllarda kadınların da giderek artan bir şekilde cinselliklerinde fetiş nesneleri ile ilgilendikleri görülmektedir. Özellikle internet ortamı ve içinde yaşanılan kültür bu süreçte etkili olmaktadır.
 Akla gelebilecek her tür nesne fetiş objesi olabilir. Bu nesneler genelde insan vücudu ile direkt ya da dolaylı şekilde bağlantılıdır. 
 Fetiş nesnesi arzu edilen kişiden bağımsız kendi başına erotik bir anlam kazanır. Fetişizmin bir bozukluk olduğu durumlarda fetişler olmadan cinsellik yaşanamaz hale gelebilir. Aynı zamanda fetiş fantazileri veya doğrudan nesneleri masturbasyon sırasında kullanılır.
 Bazı insanlar cinsel yaşamlarında fetişleri renk ve heyecan unsuru olarak görürler. Onlar olmadığı zamanlarda da sağlıklı bir cinsel yaşam sürdürebilirler. Bir grup insan ise cinsel yaşamları sürmesine karşın fetişleri olmadan orgazm deneyimi yaşamakta zorlanırlar.
 Fetişistlerin partnerleri çoğu kez eşleri memnun olsun diye çok zorlayıcı olmadığı durumlarda bu taleplere uyum gösterirler. Bu sayede kendileri için de doyumlu bir seks yaşamı olacağı düşüncesi ile buna katkı yapabilirler.
 Bazı katı ahlaki değerleri olan insanlar hayatları boyunca fetişlerini yaşama geçirmezler. Kendi iç dünyalarında sessizce bununla yaşayabilir ve zihinsel boyuttan gerçek yaşama geçirmeyebilirler. Bunun farkedilmesi durumunda ‘sapık’ olarak damgalanmaktan çok korkarlar.
 Benzer şekilde bazı insanlar eşlerinin fetiş kullanma talepleri karşısında büyük korkuya kapılır, yapılanın sapık bir davranış olduğunu düşünerek şiddetle uzaklaşabilir.
 İyi bir cinsel yaşamın vazgeçilmez unsuru olan iyi bir iletişim bu noktada da eşlerin birbirlerini anlaması açısından kritik önem taşır.
 Fetişizm’in altında yatan sebepler tam olarak bilinmemektedir. Çocukluk yıllarından itibaren bazı nesnelerin cinsel uyarıcı olarak eşleşmesi öğrenme ve deneyim kuramı ile açıklanmaktadır.
 Fetişizmin hastalık düzeyinde olduğu bireylerin aile öyküsünde anne-baba sevgisinin kısıtlı yaşandığı, ihmal edilmişlik ve sosyal izolasyon olguları dikkat çekmektedir.
 Fetişizm’in farklı bir alt türü ise transvestik fetişizm’dir.  Bu durumda birey •çoğu kez erkekler ve homoseksüeller- yöneldiği karşı cinse ait giysileri ve eşyaları üzerinde kullanarak cinsel uyarım ve doyuma ulaşabilir. Kadın çamaşırları ve kadın ayakkabıları giymekten özel zevk duyan erkekler cinsel yolla ya da masturbasyonla doyuma ulaştıktan sonra bir an önce bu eşyaları üzerinden çıkarma ihtiyacı hissedebilir. Bazı bireysel öykülerde yakalanma korkusu ve heyecanının cinsel uyarıyı artırdığı bilinmektedir.

Fetiş Türleri Nelerdir?

Fetiş nesnesi cansız bir nesne ya da insan vücudunun cinsel organ olmayan kısımları şeklinde görülür.
 Ayakkabı ve ayak fetişi: En yaygın görülen türdür. Yüksek ökçeli kadın ayakkabıları en bilinenidir. Bununla beraber her tür ayakkabı şekli bazı insanlar için çekici unsur olabilir. Çoraplar, jartiyerler, parlak materyalden dar kıyafetler bunların arasında sayılabilir. Ayak ve ayakkabı fetişizmi bazı uzmanlara göre gizli sado-mazokizmin bir sonucu olarak açıklanmaktadır.
Giysi ve İç çamaşırlar:
 Dar jean’ler, korse,  kaplan desenli dar giysiler, özel renkli çamaşırlar, saplantılı şekilde tutturulan özel gecelikler sayılabilir.
Özel Materyal Fetişleri:
 Saten, ipek  deri , lastik ve metalik kıyafetler olabilir.  Yine bu durumlarda bu maddeden üretilmiş çarşaflar , çamaşırlar olmadan cinsel yaşamı sürdüremeyen bireyler tanımlanmıştır.
Vücut Kısımları Fetişizmi:
 Yine ayak fetişi en sık olanıdır. Ayrıca meme (küçük-büyük), kulak, saç ve özel saç renkleri (kızıl), çiller, eller, ense, burun gibi organlar kendi başına aşırı zihin uğraşı haline gelebilir ve özel şekillerde olmadıklarında cinsel yaşam sürdürülemez hale gelebilir.
Aksesuarlar:
 Piercingler, gözlükler, eldivenler, sigara gibi objeler cinsel haz unsurları olabilir. Bazen tuhaf eşya ve aksesuarlara da rastlanılır. Çocuk bezi gibi.
Tıbbi Durum Fetişleri
 Sakatlık halleri, kolsuz bacaksız insan bedenleri, tıbbi cihaz ve gereçler cinsel haz araçları olarak deneyimlenebilir.
​Fetiş sevdasının içinde yaşanılan kültürel ortamla da ilgili olduğu bilinmektedir. Özellikle kapalı toplumlarda ve tesettürün yaygın olduğu ülkelerde vücudun gizlenen veya az görülen kısımları o toplumun bireyleri için cinselliğ çok çağrıştıran unsurlar haline gelebilir.
 Ruhsağlığı’nın temel ayırıcı kriteri burda da geçerlidir. Her normal olmayan durum bir hastalık ya da sapıklık demek değildir.
 Günümüzde özellikle internet ortamında fetiş grupları oluşturulmakta ve binlerce benzer tutkuları olan insan isimlerini açık hale getirmeden paylaşımlar yaşamaktadır. Özellikle batı ülkelerinde bu amaçla dernekler ve kulüpler kurulmuştur. Bu insanları sapkın ya da hasta olarak damgalamak doğru değildir.

Fetiş düşkünlüğü ya da fetişizm ancak kaliteli ve sağlıklı bir yaşama engel oluyorsa tedavi gerektiren bir durumdur. Bu durumlarda fetişizm sanki bir bağımlılık gibi yaşanabilir. Fetiş nesneleri olmadığında ya da küçük bedensel detaylar karşılanmadığında cinsel hayat yaşanamaz hale geliyorsa profesyonel destek gereklidir. Bazı insanlar hayatın diğer alanlarında fetişlerini düşünerek çok zaman kaybederler ve insan ilişkileri de bundan zedelenir. Fetişizm nedeniyle insanlar sosyal saygınlıklarını zedeleyecek uğraşlar ve arayışlar içine girebilirler. Şiddetli olgularda yalnızlık ve sosyal içe çekilme sık görülen bir durumdur.
 Seyrek olmamakla beraber fetişizm diğer cinsel davranış sorunları ile beraber karşımıza çıkabilir. Fetişistlerin transvestizm ve sadomazokizm özelliklerini birlikte göstermesi yaygındır.
 Fetişizm böyle durumlarda bu alanda özelleşmiş psikiyatr ve klinik psikologlar tarafından tedavi edilir.
 Davranış ve çift terapisi, analitik psikoterapi ve ters şartlandırma (aversive therapy) en çok kullanılan yöntemlerdir.
 Çok ağır olgularda seks dürtülerini geçici süre baskılayacak ilaçların kullanımı yoluna gidilebilir.  Bu sayede cinsel dürtülerin yokluğunda hasta hayat alışkanlıklarını yeniden yapılandırma yoluna gidebilir.
 Elbette burada genel geçer yargılardan ziyade her insanın ihtiyacı olan kapsamlı bireysel değerlendirme ve iyi bir öykü alma çok önemlidir.


EŞCİNSELLİKTEN KURTULMAK : RÜYALARDA ÖZGÜR OLMAK


                                              RÜYALARDA ÖZGÜR OLMAK

Üçüncü yazım.. Daha önce bu kadar karışık olabileceğim aklıma gelmezdi. Gideceğim, her şey net bir şekilde gelişecek gibi gelirdi. Bunun böyle olmadığını bilirdim ama yine de öyle bir önyargı vardı bilinç altımda. Kararlılık yine aynı kararlılık ama, kafam allak bullak gibi. Dışarıdan bakıldığında kolaylıkla umursamazlıkla karıştırılabilir. Mesela diğer terapilere gittiğimde kağıda bir sürü soru yazmıştım sormak üzere, bu sefer vakti geldi, çıktım gittim gibi oldu. Diğer yazılara başlamadan önce konu başlıklarını, cümleleri kafamda az çok kurgulamıştım ama bu sefer başladım, bakalım kalem beni nereye götürecek.
Gerçi karışık kafa iyidir. Bir şeylerin mücadelesini verdiği için karışıktır. Hiç karışmayan kafa kötüdür. Gelişme, değişme ihtiyacı duymuyordur.
Hüseyin Bey'i ilk defa TV5'te izlerken "baba" figürü üzerinde gereğinden fazla durduğunu düşünmüştüm. "Baba ile ne alaka ki?" demiştim. Ama şu anda belki en fazla baba üzerine yoğunlaşmış durumdayım.
Karışık olmam iç dünyamın bir tezahürü galiba. Aslında faydalı da… Zehiri akıtmak gerekir diye düşünüyorum. Üçüncü terapiden sonra Genç Beyin dergisinde bir hikaye okumuştum. Derginin okuru olan bir baba kendi hikayesini yazmış. Üç sene önce katıldığı konferansta şöyle bir cümle geçmiş: "İnsanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış kişinin mutlu olması çok zordur. Ana babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına imkan vermektir."
Bu noktada adam kendisine "ben çocuğuma nasıl davranıyorum" diye soruyor ve cevabını veriyor: "9 yaşındaki oğlum ben işten gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca "Hayır!" anlamına gelen "Cık" sesini çıkarıyordu. Kızıyor söyleniyor "niye yapmıyorsun ödevini" diyordum. Aramızda hep tartışmalar, sürtüşmeler yaşanıyordu."
Sonra konferanstan sonraki yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor: "Seminerden sonra 'ben ne biçim babayım" diye kendime sordum. Sonra kendi kendime dedim "Eşimle konuşayım, birlikte karar alalım. Diyelim ki, bu çocuk isterse 5 yıl sınıfta kalsın ama çocukluğunu doya doya yaşasın."

Eşime anlattım ve eşim şiddetle karşı çıktı. Pes etmedim, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Sonunda pes etti, "ne halin varsa gör" dedi. İşte onu dediği günün sabahı eşofman ve ayakkabımı şöyle kapının yanına bırakıp işe gittim, dönünce oğlumun gözüne bakıp dedim: "Oğlum bugün doya doya oynadın mı?" Hayretle baktı ve "hayır" anlamına gelen "cık" dedi. "O zaman haydi gel, beraber aşağıya inip oynayacağız!" dedim. Eşofman ve ayakkabılarımı giyip sokağa çıktık. Arkadaşları da geldi, birlikte akşam 6'dan 8.30'a kadar oynadık. Çok mutluyduk ve o günden sonra iş dönüşü her gün onunla oynamaya başladım. 7-8 gün sonra banyodan çıkarken onu havluyla kuruluyorum, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki: "Baba ya, ben seni çok seviyorum." … Nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü yeni farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim, belki ömür boyu söylemeyecekti. "Ne büyük tehlike" diye düşündüm.

İki hafta sonra okulda veli toplantısı vardı. Öncekilerde öğretmen "Oğlunuz akıllı çocuk ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, sınıfta arkadaşlarını itip kakıyor. Lütfen onunla konuşun" derdi. O yüzden gitmeye çekiniyordum. Bu davet gelince eşime "beraber gidelim" dedim, "yok sen tek başına gideceksin" dedi. Israr ettim, şiddetle reddetti.
Yalnız gittim, sıranın arkasına geçtim ki öğretmenle yalnız konuşayım, mahcup olmayayım. Nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmasını bitirdiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana bakıp gülümsedi: " Siz ne yaptınız bu çocuğa böyle" dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. "Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa" dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi: "Hayır, kötü değil. Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

Öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimde "vay evladım biz sana ne yaptık şimdiye kadar" duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim, ağladım"

Hikayenin son cümlelerini okuyamadım, burada ben de ağlamaya başladım. Yarım saat boyunca ağladım. İki seneden beri ağladığımı hatırlamıyorum. Belki aslında sıradan, basit bir hikaye. Ama "baba" kavramı, olgusu, tamamlanamamış bir şey bende. Bir de 3. terapiden sonra bu baba olayı üzerine daha fazla yoğunlaştım. O yüzden hepten duygusala bağladım herhalde. Ben babamın, o adamın konferanstan önceki hali gibi olmasına bile razıydım. En azından çocuğunun derslerini düşünüyor adam. Bu tür babalar belki ilgilenmiyor çocuğuyla ama çocuğunun iyi bir yere gelebilmesi için didiniyor, binlerce lira harcayıp senelerce dersaneye gönderiyor. Benim babam ise bunlardan fersah fersah uzak. Kaçıncı sınıfta olduğumu bile bilmeyen bir adam vardı.
Bundan beş sene öncesi... OKS sınavına gireceğim gün! Sabah erkenden kalkıp hazırlıklarımı yaptım, 5 km yol yürüyüp sınava gireceğim okula gideceğim. Ailenin diğer fertleri de bahçeye çalışmaya gitmek için hazırlıklar yapıyor. Kapıdan çıktım, babam evin damından ters ters bana bakıyor. Ve "biz çalışmaya gideriz, bunlar sınava gider" diyor…

Bugünlerde bunlar çok sık aklıma geliyor. Zehirin dışarı çıkması herhalde. Babama karşı davranışlarımda çok fazla anormallik yok. Ama aramızda görünmez bir duvar örülü. Verilen ödevi de yapamadım. Hüseyin Bey “Önce karşısına geçip bir güzel içini dök, sonra şakalaş, elini omzuna koy,şakasına hafif ittir…” filan demişti ya hani.. Aslında birinci kısmı her kafam bozulduğunda yapıyorum çoktandır. Ama sonrası içimden gelmiyor. Bilmiyorum yapabilir miyim? Çıkmadık candan ümit kesilmez.
Başka bir yerde terapi görüp iyileşmiş olan Alp ile konuşmuştum telefonda. O da babasından mânen uzak kalmış, ondan uzak yetişmiş birisi. Babasıyla geçireceği vakti evin kadınlarıyla geçirmiş. Vakti dolmuş belki ama babanın içteki yeri hep boş kalmış.
Ortak yönlerimiz çok. Baba hayali kurmuşuz hep. Hayalimizde onunla vakit geçirmiş, gülmüş eğlenmişiz. En fazla da "aslan oğlum!" demiş, öpüp kucaklamış bizi. Bu baba şu anki baba değil de, fiziken daha düzgün, kültürlü, dışarıya karşı dik duruşlu, sert, hakkını kimseye yedirtmeyen birisi ama ailesine, özellikle de "bana" karşı sevgi dolu... Aynı şeyleri düşünmüşüz Alp ile. Cised'de tedavi görmüş, şu an sevgilisi var. Baba konusunu ele almamışlar ama. O yön eksik kalmış. "Ben eşcinsellikten kurtuldum ama 'baba'nın yeri hiç dolmayacak!" diyor.

Eşcinselliğin en büyük etkeninin baba olduğunu o da fark etmiş. Eski hayatında eşcinsel birisine babasıyla arasının nasıl olduğunu sormuş ve "babam ben 1 yaşındayken ölmüş" cevabını almış. Aynı muhabbeti ben de yaptım geçen gün birisiyle. Facebook'ta eşcinselliğin hastalık olduğunu kabul etmeyen, halinden memnun olan birisiyle münakaşa ediyorduk. En son "babanla aran nasıl" diye sordum. "Neden sordun?" dedi, "Öylesine. İstemiyorsan cevaplamayabilirsin" dedim. O da "Babam yok" cevabını verdi. Herkesin hikayesi aşağı yukarı aynı vesselam.
Diğer hikayelerimde gereğinden fazla korkmuşum. Tanıdık birisi hikayeye rastlayacak, benim olduğumu anlayacak diye kişisel bilgilerimi bayağı değiştirmiştim. Ruh aynı belki ama şekil gereğinden fazla farklı oldu. Sonradan anladım ki "abla" faktörünü hikayeye dahil etmeden taşlar yerine oturmayacak. Evet, ilk hikayede "model aldığım kuzenim" diye bahsettiğim kız ablam olur. Küçüklükten beri onu örnek aldım. Hep aynı ortamda bulunurduk, eksik kalan baba faktörünün yerini o doldurdu. Abilerimle muhattap olmazdım hiç. En büyük abimin psikolojik sorunları vardı ve küçük abime hayatı dar ederdi. Küçük abim de ondan çıkaramadığı hıncını benden çıkartırdı. Büyük abimden zaten uzaktım, küçük abimle de, büyük bölümü aynı evin içinde 4 seneden fazla boyunca konuşmamışlığım var. Ancak geçen sene askerden geldiğinde konuştum.
Ablam ile hep aynı ortamdaydık. O da dindar birisidir. Serseri gençleri, hele karı-kızla düşüp kalkanları çok eleştirirdi. Ben ise onun beğenmediği kesimden olmamak için azami gayret gösterirdim. Hem ablayı kaybetme korkusu, hem de dinin yasak ettiği şeylerden uzak durma gayretiyle erkek sohbetlerinden (erkeklere has sohbetlerden) kaçardım hep. Futbol ile, karı-kız ile, cinsellik ile ilgili sohbetler açıldığında içimden onları ayıplardım ve bir daha sohbetlerine katılmamaya gayret ederdim. O sohbetleri yapmak bile ayıptı bana göre. Erkeklerin faaliyetlerini, oyunlarını, sohbetlerini ayıplamadığım zamanlarda da faydasız görürdüm. Ve kaçınırdım. Yapılacak daha faydalı işler vardı neticede. Onlardan uzak kalarak ve ablamın yanında durarak ablamın istediği gibi birisi olduğumu düşünür, mutlu olurdum.
Ablam durumumu biliyor. Yaklaşık iki sene kadar önce anlatmıştım. Konu hakkında bilgisi olmadığı için yönlendiremedi. Bunu anlatınca bana bakışı kesinlikle değişmedi. Aynan devam.. Şu an terapilerimi hikayelerimi filan biliyor hep.. Sadece o biliyor zaten. Hüseyin Bey’in anlattıklarını ona da aktarıyorum ve hoşuna gidiyor.
Her neyse! Dördüncü terapi için bilet aldım. Hacı, kışın uçak her türlü kârlı da, yazın uçak fiyatları uçuyor. "Uçak bileti alırsam evin yolunu bulamam" dedim ve otobüs bileti aldım. İlk defa otobüsle gidecektim. İkindileyin bindim ve ertesi gün öğlene doğru İstanbul'daydım. FSM köprüsünde bakım onarım mevzuu olduğundan bir saate yakın bekledik geçmek için.
Neyse, son duraktan Mecidiyeköy'e servis varmış. Bu arada Hüseyin Bey ile telefonda konuştum ve 13.30'a randevulaştık. O saate kadar oyalandım ve girdim içeriye.
Terapideydi henüz. Beni çağırdı. İçeride benden küçük bir genç vardı. Artık buna alışmıştım. Yine bir başkasıyla birbirimize kendimizi anlatacaktık. Ve öyle yaptık. Bunlar faydalı oluyor, seviyorum. Yalnız olmadığımı hissediyorum ve konu hakkında ilk ağızlardan daha fazla bilgi edinebiliyorum.
15 yaşındaymış. O da annesine çok yakın büyümüş. Annesi ve ablasıyla oturup kalkar, onlarla sohbet edermiş. Annesiyle beraber uyuduğu çok olurmuş. Babasına düşman gibi yetişmiş. Ablasıyla babası tartışmış olsa, direkt ablasının tarafını tutarmış, babasına öfkeyle bakarmış vs..
Terapiye annesiyle gelmiş, annesi dışarda bekliyormuş. Hüseyin Bey onu da çağırdı. İkili ilişkilerde yaptıkları yanlışlardan konuştuk. Mesela bundan sonra cilt temasını kesinlikle yasak etmişler birbirlerine. Böyle olmalıymış.
Bir kaç konudan daha konuştuk ve onlar gittiler, ben kaldım. Bu terapi biraz diğer terapilerin tekrarı gibi oldu ve çok verimli olmadı. Otobüs yolculuğu bana göre değil arkadaş! Rahat edememişim otobüste. Yorgun, uykusuz ve üstelik oruçluydum. Aslında aklımda güzel sorular ve konular vardı ama o sarhoşlukla konuşmak bir yana, doğru düzgün dinleyememiştim bile..
Az sonra bir kişiyi daha çağırdı Hüseyin Bey! Bu kişi 48 yaşında ve doktormuş. Onun durumu çok ilginç geldi bana. Çünkü dışarıdan baktığın zaman mükemmel bir hayatı var. Fiziken iyi görünümlü ve 48 yaşın çok daha altında gösteren birisi. Evliymiş, (yanılmıyorsam) benden büyük üç tane oğlu varmış. Birisi kısa zaman önce evlenmiş. Ve hem huy bakımından, hem de güzellik olarak mükemmel bir hanımı varmış. Aynı okulda okumuşlar ve orada tanışmışlar. "Okulun en güzel kızlarından biri de değildi, en güzel kızıydı." diyor.
Doktor ile de benzer yönlerimiz var. O da ablasına çok yakınmış. Annesi çok küçükken ölmüş ve ona ablası annelik yapmış. Sürekli beraber vakit geçirmişler, ablası onun her ihtiyacını karşılamış, ona kol kanat germiş ve aşırı koruyucu davranmış. Aralarında 15 yaş varmış ablasıyla. Ablasına aşırı bağımlıymış. Eşi çok kaliteli bir insan olduğu halde ablasına benzemeyen yönlerinden dolayı ona kızar, birebir ablası gibi olsun istermiş.

Durumunu sadece ablası biliyormuş öğretmenin. Aynı benim gibi. Benim hakkımda da çarpıcı bir yorumu vardı:
"Hadi benim hareketlerimden filan az çok bir şeyler anlaşılır da, sende hiç bir şey belli değil. Gay Bar'da görsem seni, direkt 'nerden düşmüş bu buraya!' derim."
Bak bu hoşuma gitti. İnsan en çok kendi sesine yabancıymış. Bu yüzden kendim hakkında yorum yapamıyorum. Dışarıdan, sormadan böyle bir yorum gelmesi güzel oldu. Demek ki bende kalıp var. Bana düşen sadece onun içini doldurmak..
Evet, diğer terapilerin yanında bu sönüktü ama yine de geldiğime fazlasıyla değdi. Bu iki örnek aklımdan hiç çıkmayacak. Bir de Hüseyin Bey'in şu sözü:
-"Ben şimdi sana acısam, 'vah vah, yazık çocuğa, zorluklar yaşamış, ailesinden de ilgi görmemiş, vah vah tüh tüh' desem, sana iyilik mi yapmış olurum, kötülük mü?" Burada kahkahayı basmıştım. Aşırı hoşuma giden bir soruydu.
-"Kötülük" diye cevap verdim.
- "Belki içimden üzülebilirim ama bunu sana yansıtmamam gerekir."
Doğru. O zamana kadar öyle bir beklenti içinde olduğumu sezmiş olmalı. Okuduğum diğer hikayelerden de anladığım kadarıyla; biz danışanlar kendimizi en özel sanıyoruz. Psikoloğumuzdan "ben"imle özel olarak ilgilenmesini, derdimize kendi derdi gibi üzülmesini, diğerlerinden daha fazla ilgilenmesini, en fazla "ben"imle ilgilenmesini istiyoruz. Neticede benim acılarım daha özel! Abelard’ın "Dünyadaki bütün insanlar en büyük acıyı kendilerinin çekmiş olduğuna inanırlar. Oysa bilmezler ki en büyük acıyı ben çekmişimdir." diye bir sözü var. Bizimki de aynı mantık. Başta kızıyordum Hüseyin Bey’e ."Ben adama neler neler anlatıyorum, davranışına bak" diye.

Aslında diğerlerine bakınca benimki hiç bir şey ama yine de öyle düşünülüyor işte.. Ama bunu yenice aştım. Eskiden bu durumu mantıken kabul etsem de kalben kabul edemiyordum. Evet doğrusu buydu ama yine de en fazla ilgi bana gösterilmeliydi işte... Ama şimdi bunu her yönden kabul ettim.
Çıkışta Hüseyin Bey'in danışanı Ayşe ile buluşacaktık. Çıktım ve Cevahir Alışveriş Merkezi'nin önünde buluştuk. Oraya girdik ve iftarımızı yaptık. Yine orada birer kahve içtik ve uzunca sohbet ettik. Kahve içerken Hüseyin Bey aradı ve danışanlarından Vişne Suyu yazısının yazarının İstanbul'da olduğunu, istersem görüşmemi söyledi ve numarasını verdi. Numarayı aradım ve konuştum. Ama İstanbul'dan gitmiş. Telefonda bilgi alış verişi yapacaktık ama o an uygun olmayacağını düşündüm ve daha sonra görüşmek üzere kapattım. Ayşe ile biraz daha oturup ayrıldık ve ben pansiyona gittim. Gece deliksiz uyumuşum. Ertesi gün öğleden sonraya bilet aldım. Sonra Murat'ı arayıp "uygunsan görüşelim" dedim. Otobüsün hareket vaktine bir saat kala otogarda buluştuk ve onunla da sohbet ettik biraz. Ve otobüse bindim, hedef memleket..

Otobüste Vişnesuyu'nun yazarı olan vatandaşı aradım ve uzunca konuştuk. 18 yaşındaymış, bu sene üniversiteye gidecekmiş vs.. Onun haricinde eşcinsellikle ilgili birikimlerimizi, iç dünyamızı, yaşadıklarımızı aktardık birbirimize. Allahım! Hepimiz mi birbirimize benziyoruz? Hiç istisna yok mu? Gerçi farklılıklar vardı. Onun ailesi aşırı korumacı, benimki aşırı vurdumduymaz. Ama ucu yine aynı yere çıkıyor: Bir erkek rol model yerine kadın ile daha çok vakit geçirmek ve onu örnek almak. O annesiyle birlikteymiş hep, ben ablamla..
Bu arada, önceki yazılarımda bahsettiğim kız, olmadı. Mücadele etmeme lüzum olmayacak şekilde. Detaya girmek istemiyorum ama o defter kapandı. Ona hakikaten aşıktım. Aklım ve kalbim onunla meşguldü. Artık önümüze bakacaz.
Baba faktörü üzerinde yoğunlaştığım kadar "abla" ile de ilgiliyim bu aralar. Evet; ablam ile ilişkimiz eskisi gibi bağımlılık şeklinde değil. Şu anda arkadaş gibiyiz ama hâlâ hayatıma müthiş etkisi var. Varmış yani. Bu kadar olduğunu ben de bilmiyordum. Bir rüya gördüm:

Turist kadının tekiyle odaya çıkmışız, kapıyı kitlemişim, yavaş yavaş kıvama geliyoruz, tam dudaklarına uzanacam odanın kapısı çalınıyor. Ben bir telaş kızı yatağın altına saklıyorum ve kapıyı açıyorum. Gelen ablammış. İçeri giriyor, ben de yatağın üzerine oturup ayaklarımla kadının saklandığı yerin önünü kapatmaya çalışıyorum. Ablam odadan bir şey alıp çıkarken bir kaç saniye durup kadının olduğu yere dikkatlice bakıyor ve sonra çıkıp gidiyor. Muhtemelen durumu anlıyor ama ben anlayıp anlamadığından emin olamıyorum. Çok fena utanıyorum ve ter basıyor beni.. Ve bir sex fantezisi daha burada sona eriyor.

Rüyalar bilinçaltının dışa vurumudur. Gerçek hayattaki korkularımızın, endişelerimizin su yüzüne çıkmasıdır. Durumumu ablam biliyor ve benim için dua ediyor, bu ayrı konu ama, hâlâ zihnimde onun beni ayıplayacağı, ahlaksızlıkla suçlayacağı korkusu var. Bu zincirden hâlâ kurtulamamışım.
Bazen beni elalem ile kıyaslayıp övüyor. Onlar şu şu yanlışları yapmışken ben kendimi bunlardan uzak tutmuşum. Kötü arkadaşlardan, kötü alışkanlıklardan uzak durmuşum. Aferin bana!
Dışarıdan bakıldığında çok güzel övgüler. Belki gerçekten de öyle ama bana bunların zararı oluyor. Onun gözündeki yerimi muhafaza etmek için hareketlerime, duygu ve düşüncelerime zincir vuruyorum. Bir kız hayali kurarken ablamın da bir kız olduğunu unutmamalıydım. Onun gibi birinin kardeşi karı kız düşkünü olmamalı vs... Bunun sonucunda iyice pasifleşiyorum. Çekingenleşiyorum, haya abidesi oluyorum. Oysa haya en fazla kadına yaraşır, erkeğe ise cevvaliyet yaraşır.
Hislerimi yeterince anlatabildim mi bilmiyorum ama işin ucunda ortaya malum tablo çıkıyor işte. Evet; kadınla ilişki sınırlamasını (büyük ölçüde) kaldırdım beynimde. Bunun etkilerini de görüyorum. Ama ablam hâlâ rüyalarıma hükmediyor. Ondan 'ahlaksız' damgası yiyeceğim korkusuyla rüyam yarıda kesilebiliyor. Rüyalar... Çoğu zaman bir rüyadan daha fazlasıdır onlar. Aslında hayatın kendisidir bir çok zaman. Rüyalarda özgür olduğunuz zaman hakikaten özgürsünüzdür. Değilseniz gerçekte de kırmanız gereken zincirler vardır. Rüyalarda özgür olabilmek veya olamamak... İşte bütün mesele bu.
Zihnimde böylesi prangalar hâlâ var, evet. Ama her şeye rağmen kadınlarla ilgili fantezilerimi artık daha rahat yapabiliyorum. Erkekle ilişki fikrini yok ettim, çok nadir aklıma geliyor, geldiği zaman da yön değiştirip farklı şeyler düşünüyorum. Hatta çoğu zaman bundan iğreniyorum. Mesele şu ki; galiba kadınla ilişki düşüncesinin yolunu tamamen açmak, erkekle ilişki düşüncesinin yolunu tamamen kapatmaktan daha zor olacak. Cinsel yönden şu an kadın daha baskın ama duygusal yönden erkek daha baskın. Daha önce bir kız vardı aklımda. Aklım ve kalbin onunla doluydu, meşguldü. Şu an boş. Tabii hayat boşluk kabul etmediği için bazen kalbim dolmaması gereken şeylerle doluyor. Olmaması gereken kişilerden ilgi, alaka, sevgi bekliyorum. Bu kişilerle ilgili asla cinsel fantezim yok. Sadece ilgi bekliyorum. Bu ne derece normal bilemiyorum. Belki de normal bir erkeğin başka bir erkekten bekleyebileceği şeyler bunlar. Çünkü şu an avareyim, çevremde fazla insan yok ve gezmeye tozmaya ihtiyacım var. Bu durum kızların duygusal yönünü bilmiyor olmamdan kaynaklanıyor da olabilir. Bu yüzden amacım bir kızın ruh dünyasının detaylarına inmek. Uygun zamanı bekliyorum.
Evet ne diyorduk; belki de arkadaşlarımdan bu beklentim normal. Bu aralar ona da kafa yoruyorum. Çünkü şöyle bir gerçek var; normal bir erkekte %10 kadınlık hormonu, normal bir kadında da %10 erkeklik hormonu bulunduğu gibi, her erkekte aslında biraz eşcinsellik vardır. Yüzde şu kadar veya bu kadar. Ama var. Bununla ilgili hatırladığım bazı şeyler var:
*Arkadaşım beni ısrarla doğum günü partisine çağırıyor, benimse o saatte çalışmam gerekiyor. "Ben gelemem" diyorum, "hayır olmaz gelmen lazım" diyor. "Neden ki? Ben olsam ne değişecek olmasam ne değişecek?" dediğimde şu cevabı veriyor: "Sen olunca kendimi güvende hissediyorum."

*Lisedeyiz, 4-5 tane sınıf arkadaşıyla bir arada muhabbetliyoruz. Aralarında sarışın, temiz yüzlü, kısa boylu, vücudu düzgün erkek güzeli denilebilecek birisi var. Bir ara diğer arkadaşın birisi onun vücuduna fena bir bakış atıp diyor ki: "şu anda belini sarmamak için kendimi zor tutuyorum".. Kimse olaya takılmıyor, muhabbet kaldığı yerden devam ediyor ama bu olay benim zihnime yerleşiyor.
*Yeni bir pembe t-shirt almıştım, saçları yaptırmış, o gün kendime feci derecede özen göstermiştim. 4 arkadaştık ve önemli bir yere gidecektik. 2 tane motosiklet vardı, ikişer bindik. Bir ara diğer motosikletteki arkadaşın birisi benimle ilgili bir şey söyledi ama tam anlamadım. "Ne dedin?" diye sordum, gülerek motorundaki diğer arkadaşı işaret etti ve: "Ya bizim arkadaş biraz oğlancı da, 'Alperen ne kadar yakışıklı olmuş, kız olsam verirdim' diyor." dedi. O arkadaş ona tepki göstererek: "Nee! Bunu sen dedin ya az önce" dedi, şakaya vurduk, güldük ve konu kapandı.
Bu arkadaşların o zaman ve şu anda hepsinin de sevgilisi var ve normal hayatlarına devam ediyorlar. İşte o olayları ben, her insanda bulunan yüzde bilmem kaçlık eşcinselliğe bağlıyorum.
*Belki de en çarpıcı olanı: 7-8 yaşlarımdayken, benden 6-7 yaş büyük olan akrabamla ava gitmiştik. Dolaştık, yorulduk ve dinlenmek için oturduk, sohbet etmeye başladık. Daha doğrusu o konuşuyor, ben dinliyordum. Bir ara şaka yapar tarzda, şehvetli bir bakışla arkama dokundu. Sonra da ne tepki verecek diye yüzüme baktı. O sahneyi iyi hatırlıyorum. Buna öyle bir bakış fırlatmışım ki, irkilip geri çekildi, sonra yüz şekli normale döndü. Bakışlarım fenaydı küçükken. "Alperen bi karardımıydı gün battı sanırsınız" derdi bizimkiler. Şimdi düşünüyorum da, ben orada biraz gevşek davranmış olsaydım her şey olabilirdi. Gerçi bu olaydan etkilenmişliğim yok ama yine de bir ibret vesikası olarak aklımda. Çünkü bu kişi şu anda evli ve bir çocuğu var.
Bunları düşünürken Radikal’den Orhan Kemal Cengiz'in yazısına rastladım. ( http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1098302&Yazar=ORHAN-KEMAL-CENGIZ&CategoryID=97 ) Yazının ana fikriyle ilgili değilim ama dikkatimi çeken noktalar var.
“(…)Yani kişinin eşcinsel bir tarafı var ama bu tamamen ‘bilinç dışına’ itilmiş.
Freud, örneğin Dostoyevski’nin bu anlamda ‘latent’ bir eşcinsel olduğunu ileri sürer. Freud’a göre Dostoyevski’nin sözde ‘sara’ krizleri falan bu bastırılmış arzuların ifadesidir.
Freud’dan sonra da bu konu epey bir tartışıldı. Amerika’da Kinsey ve arkadaşlarının yaptığı mülakatlar, aslında saf heteroseksüellik veya saf homoseksüellik diye bir şey olmadığını, toplumun büyük çoğunluğunun bu skalanın bir yerlerinde durduğunu gösteriyor.”
Ve en çok dikkatimi çeken yeri:
“Bu konuda benim en çok prim verdiğim teori psikanaliz ve sosyolojiyi fevkalade başarılı bir şekilde harmanlamış olan Craib’in ‘psikolojik biseksüellik’ teorisidir. Craib, insanların cinsel yönelim anlamında ‘heteroseksüel’ ve ‘homoseksüel’ olmalarının yanı sıra , aslında herkesin bir biçimde psikolojik olarak biseksüel olduğunu öne sürer. Belki de hemcinslerimizle derin dostlukları mümkün kılan doğamızda böyle bir yan olmasıdır.”
Özellikle son cümleye takıldım: “Belki de hemcinslerimizle derin dostlukları mümkün kılan doğamızda böyle bir yan olmasıdır.”
Olabilir. Mantıklı. Fikrimce bu, akla cinselliğin gelmeye başladığı andan itibaren sorun olmaya başlıyor. Bu konuda araştırmalarım ve gözlemlerim devam ediyor. Acaba insanın hemcinslerinden beklentileri nereye kadar normal kabul edilir? Hemcinsler arasındaki ilişkiler nereye kadar ilerleyebilir, duygusal beklentiler tam olarak nerede sorun teşkil etmeye başlar? Araştırıyorum ve düşünüyorum.
Bu arada; üniversiteye gidiyorum. Bir kaç gün sonra yolculuk var. Ben üniversiteye İstanbul'a gitmek istiyordum ama olmadı. Yine de bulunduğum şehirden uzak bir yere gidiyorum. Çok matah bir bölüm değil ama olsun. Sonuçta artık üniversiteliyiz. Hüseyin Bey önceki terapilerinin birisinde "Sen sıradan vatandaş Alperen olarak bir hiçsin. Bir ağırlığın olsun istiyorsan üniversite okumalısın. Okuduğun bölüm çok önemli değil ama üniversitelilik aşamasından geçmelisin." dediğinde manzara gözümün önüme çok net gelmemişti ama şimdi çok iyi anlıyorum. Olay şu ki; babamın bile benimle konuşma şekli, bana bakışı değişti. Önce doğru dürüst yüzüme bile bakmazdı, üniversite kazandıktan sonra "nasıl gideceksin oğlum, neyle geleceksin oğlum, orda nerde kalacaksın oğlum, bir şeyler lazım mı oğlum..." şeklinde bir ilgileneceği tuttu adamın. Çevremdeki diğerleri de çok farklı değil. "Ye kürküm ye" misali. Hayat bundan ibaret hacı.
Üniversiteye gideceğim için mutluyum. Bulunduğum ortamdan uzak kalmam gerekiyor. Evet; belki çok sevdiğim bir insan ama, galiba en çok da ablamdan uzak kalmam gerekiyor. Etki alanından çıkmam lazım. 15 yaşındaki o gencin annesiyle cilt temasını kesmesi lazım geldiği gibi benim de bir süre ablamla iletişimden uzak kalmam fayda var.
Üniversiteden ümitliyim. Az önce sevgili edinmek için "uygun zamanı bekliyorum" derken bunu kastediyordum. Aslında burada da var aradığım kız ama bir kaç gün sonra buradan ayrılıyorum. Gözden uzak olanın gönülden de uzak olacağına inanıyorum vesselam. Orada karşıma aşık olacağım bir kız çıkacak bence. Bunu hissediyorum.
Ayrıyeten bir de şunu söylemek istiyorum. Bu eşcinsellik konusunda görüştüğüm bir eşcinsel bana "benim kadınlara olan ilgim sıfır" demişti. "mesela mastürbasyon yaparken erkek üzerine düşününce her şey yolunda gidiyor, ereksiyon halindeyken düşüncelerimi kadın üzerine yoğunlaştırmaya çalışıyorum ve o anda penisim sönüyor."
Bunun üzerine çok düşündüm ve şöyle bir tespitim oldu. Ne kadar doğru bilemiyorum:
Erkek düşüncesiyle sertleşen penis başka bir düşünceye geçince o şekilde kalmaz. Yanlış girilen yoldan doğru sonuca ulaşmayı beklemek olmaz. Ama düşünceyi en baştan kadın üzerine bina edince olumlu gidiyor.
Yanlış inşa edilen bir binayı düzeltmek onu yeniden inşa etmekten daha zor değil midir zaten? Hayal meyal bir hikaye hatırlıyorum. Yanılmıyorsam şöyleydi:

Eski zamanda birbirini tanımayan iki kişi bir ney hocasının yanına gitmiş ve ondan kendilerine ney çalmayı öğretmesini istemişler. Sonra bunun ücretini sormuşlar.. Hoca birinci adama sormuş:
-Sen daha önceden ney üflemek hakkında bir şey biliyor musun?
-Hayır. İlk defa sizden öğreneceğim.
-Tamam. Senin ücretin 5 altın.
Sonra ikinci adama dönmüş:
-Peki sen biliyor musun?
-Ben çok az biliyorum.
-Tamam, demiş hoca. Senin ücretin de 10 altın.
İtiraz etmiş ikinci adam:
-Nasıl olur, demiş. Hiç bir şey bilmeyenden 5 altın alırken benden nasıl 10 altın alıyorsunuz?
Hoca cevaplamış:
-5 altın bildiğini unutturmak için, 5 altın da yenisini öğretmek için.
Bizler de şu an cinselliğe dair hiç bir şey bilmemekten daha sakat durumdayız aslında:” Yanlış biliyoruz”. Fantezilerimizi, kriterlerimizi, günah-sevap anlayışımızı yanlışlar üzerine bina etmişiz. Bunları yıkmak, en baştan inşa etmekten daha zor, biliyorum. Ve bizler zora talip olduk her şeyimizle. Kesin inandığımız zaman kapılar açılıyor ama.. Mesafe kat ediyor olduğumuzu görmek motivasyonumuzu artırıyor. Allah hepimizin yardımcısı olsun.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1082.0