20 Mart 2013 Çarşamba

DİNDARLAR EŞCİNSELLİK KONUSUNDA NEDEN SUSKUN KALMAKTADIR?


 İnsanoğlu yaptığı yanlışın yanlış olmadığına kendisini ve toplumu inandırmak ister. İnandıramazsa akşam başını yastığa koyduğunda vicdani ağlar. Mesela, hırsız bile yaptığı hırsızlığı çalmak, gasp etmek değil de, zenginden hakkını almak olarak değerlendirir.
 Eşcinsel duyguların hayatının bir gerçeği olduğu ile tanışan kişi, eşcinsel duygularımı atsam atamıyorum, satsam satamıyorum. Bari neşeli (gay) bir hayat tarzı kurayım kendime diyebiliyor. Aksi takdirde yaptığı davranışlar vicdanını sızlatabilecek. Ama neresinde tutarsanız tutun, insanın taşımaya kaldığında elinde kalan yamalı bohça gibi, elinde kalıveriyor bu hayat sitili. Toplum ve kişinin inandığı dini temsil edenler de kişiye çözüm sunamayınca kişi, önce toplumun ve dinin sahip olduklarından uzaklaşma başlıyor. Ancak toplum ve dinden uzak kalmak kişinin vicdanını ağlattığı için, sonra da heteroseksüel ilişkiden ve dinden alıntılar yapılarak gayce kendine sahte dünyalar kurmayı çalışılıyor. Mesela, gay evlilik, evlatlık edinme, gay kilise, hatta gay imam vb…
  Eşcinsel duyguları olan kişilerin çocukluk döneminde anne-babalarının bazı davranışlarını ve sözlerini yanlış yorumladıkları gibi, tedavi diyenleri de yanlış yorumluyorlar.  Aile ve toplum  içinde bastırılmış öfkenin, organize olmuş gay dernekleri faaliyetleri ile açığa çıkması, yitik kimliğin yerine geliştirilmiş gay kimliğin de elden alınacak endişesi, aksi bir fikir beyan edenlerin hasta, homofobik yaftası ile karalama yaparak hatta hakaret ederek savunma geliştirilmesine sebep oluyor olsa gerek. Nedir bu tedavi var diyenlere tahammülsüzlük?  Yoksa homofobiklik sanal olarak şişirilerek birileri düşman ilan edilip, bir kitlenin aktif tutulması için kullanılan bir argüman mı? Hani bir zamanlar medyadaki irtica paranoyası gibi mi? Homofobiklik belli seviyede elbette toplumda var. Toplum bazen insanları insan olduğu için sevmesi gerektiğini beceremiyor. İnsanları sevmeliyiz, ama davranışları sevip sevmeme, tasvip edip etmeme özgürlüğüne müsaade buyurun sahibiz. Öte yandan kimi eşcinsel davranışlarda bulunmak istiyorsa, ben de tedavi olmak istiyorum. Kimin haddine bana tedavi hizmeti sunan kişileri itibarsızlaştırmaya, karalamaya çalışmak ve onlara hakaret etmek. Kimin haddine benim tedavim için yayınlanan kitaplara, basılı ve görsel yayınlara  engel olmak. Kral çıplak! Ondan mı kokuluyor?
 Bir yanlış etrafında kişilerin organize olmaları, yanlışı yüksek sesle ifade etmeleri o yanlışı doğru kılmaz. Öte yandan hakikati söyleyenler az dahi olsa hakikat ortadadır. Boş verin cinselliği, nasıl yaşar kişi anne yarası ile baba sevgisine ve onaylamasına açlığı ile taciz sancısı ile topluma ve hemcinslerine aidiyet duygusu eksikliği ile sağlıklı iletişim kurup eleştiri yapamama ve eleştirileri kişiselleştirme problemleri ile evlilik, ilişkiler ve hayat hakkında geliştirdiği yanlış inanışlarla. Bunlar konuşmaya değer sorunlar değil mi? Diyelim ki, eşcinsel gen var, diyelim ki eşcinsellik doğuştan, ne yapacağız ya bu yukarda saydığım problemleri? Bilim adına incelemek ve tedavi etmek gerekmez mi bu problemleri. Zaten eşcinselliğin tedavisi derken, tedavi edilen bu problemler ve benzerleri. Kimse kimseye okus-pokus yapıp, kimsenin cinselliğini doğrultmaya kalkmıyor.



******



Şunu da ifade edeyim ki, en çok zoruma giden, milliyetçi, muhafazakâr ve dini hassasiyetleri ön planda olduğu halde, eşcinsellik konusunda eşcinsel duygulara sahip ama ´yok mu Allah´ın bir çözüm´ diye arayışta olan kişilere çözüm sunmayan uzmanların ilgisizliği. İnandığınız Kuran, Lut kavminden bahsediyor. Peygamber efendimiz "ALLAH, ölümden başka, devasını yaratmadığı hiçbir dert yaratmamıştır." diyor. İnandığınız kitabı ve peygamberi haklı çıkarmak boynunuzun borcu değil mi? Camide vaizin vaazından, ayıplamasından öte, bu dinin diyeceği bir şey yok mu ve eşcinsel duyguları olan inanları için çözümü yok mu? Onlar kader mahkûmu mu? Makam ve para her inanç mensupları için imtihan unsuru olmuştur. Ama gelin siz bu imtihanı kaybetmeyin. Ahir zamanda eşcinsel davranışlar artacak derlerdi. Belki bu insanlığın kaderi noktasında önlenemez bir vakıa. Ama Hz. İbrahim’in ateşini söndürmek için su taşıyan karınca misali, safın belli olsun. Ne olur bir kaç kişiye de siz rehberlik edin de, o insanlar da kaybedenlerden olmasın.

Sonuca ulaşmak elbette kolay değil.  Ama fotoğrafa doğru bakıldığında ve doğru adımlar atıldığında, yıllardır kişinin anlamlandıramadığı davranışlarını, düşüncelerini ve bunların altında yatan sebepleri keşfettikçe ve çözümler buldukça, değişim hiç birşey ile değişilmeyecek kadar değerli ve her türlü mücadeleye değer.

Benim dayanağım, eşcinsel davranışlar dinen yasaklandığı için değil, eşcinsel duyguların ve davranışların doğal ve doğru olmadığı, kişin gerçek ihtiyaçlarına cevap vermediği içindir. Kendi adıma değişimi aramamın ve tedaviyi savunmamın ana sebebi budur. Elbette eşcinsel davranışların doğal ve doğru olmadığına inanan ve bunun için bireylere çözüm sunmak isteyen, dini ve ideolojisi ne olursa olsun, sağduyulu herkes için tedavinin evrensel olduğu inancındayım. Er ya da geç her kesimden bu doğru için birşeyler yapacak uzmanların artacağına inanncım tam.

Bu yazımdaki vurgum, dini hassasiyetleri olan kişilerin mevcut toplum, gelecek nesiller ve bunları oluşturan bireyler hakkında dinin öğretilerinden gelen sorumlulukları var. Nasıl cami yaptırmak, okul yaptırmak vb... hayırlar ibadet sayılıyorsa, o mabetleri dolduracak bireylerin selameti de ibadet sayılmalı ve cami, okul vs... yaptırmakla birlikte inandıkları dinin onlara bu sorumluğu da yüklediğini vurgulamak içindir.

cenkcenkce@yahoo.com

ÇEKİRDEK CİNSEL KİMLİK / CİNSEL KİMLİK BUNALIMI: TRANSSEKSÜELLER


Otto F. Kernberg Aşk İlişkileri kitabından alınmıştır.

Çekirdek Cinsel Kimlik


 Money ve Ehrhardt (1972), erkek ve kız çocuklar arasında hiç ayrım yapmadıklarına inanıyor olsalar bile, anne ve babaların normal koşullarda çocuklarına karşı davranışlarda cinse belirlenimli farklılıklar sergilediklerine ilişkin deliller sunmuştur. Doğum öncesi hormon tarihi temelinde eril/dişil farklılıkları olsa bile, bu farklılıklar otomatik olarak doğum sonrası erkek/dişi davranış farklılaşmasını belirlemez: Erkeklerdeki dişileştirici hormonal patoloji ve kadınlardaki erkekleştirici hormonal patoloji, aşırı derecedeki hormonal anormallik koşulları dışında, cinsel rol kimliğini çekirdek cinsel kimlikten daha çok etkileyebilir.
 Doğum öncesi dönemde bir kız çocuğundaki aşırı androjen miktarı, örneğin, erkeksi davranışlardan ve artan oranda enerjinin eğlenceyle saldırganlığa harcanmasından sorumlu olabilir. Bir oğlan çocuğundaki doğum öncesi yetersiz androjen uyarması belli bir pasiflik ve saldırganlık yokluğuna neden olabilir ama çekirdek cinsel kimliği etkilemez. Bundan başka, tereddüde yer bırakmayacak biçimde ya kız ya da oğlan çocuğu olarak yetiştirilen hermafrodit (çifti cinsiyetli) çocuklar, genetik donanımları, hormonal üretimleri ve hatta, bir dereceye kadar, genital gelişmenin dış görünüşü ne olursa olsun, yetiştirilme pratikleriyle uyum içinde kesin bir erkek ya da dişi kimlik geliştireceklerdir. (Money ve Ehrhardt 1972; Meyer 1980). Stoller (1975b), Person ve Ovesey (1983, 1984) çocukla anne baba etkileşimindeki erken dönemli patolojiyle çekirdek cinsel kimliğin güçlenmesi arasındaki ilişkiyi irdelemektedir. Transseksüelliğin, yani bariz olarak belirli bir biyolojik cinsiyeti olan bireylerde bu biyolojik cinsiyetin aksine bir çekirdek cinsel kimliğin yerleşmesinin, genetik, hormonal ya da genital fiziksel anormalliklerle ilişkili olmadığı görülmüştür. Özellikle dişi transseksüellerde, küçük bazı biyolojik değişkenler üzerine yapılan araştırmaların bazı olası hormonal etkileri ortaya çıkarmasına rağmen, deliller ağırlıklı olarak erken dönemlerdeki psiko-sosyal etkileşimlerdeki şiddetli patolojiye işaret ediyor.
 Bu anlamda, transseksüel yetişkinlerin tarihi kadar anormal cinsel kimlikli çocuklar üzerinde yapılan psikanalitik araştırmalar, ilk kez Stoller’in (1975b) tanımladığı önemli kalıplar hakkında bilgi sağlamıştır. Bu kalıplar içinde, erkek transseksüeller (kendilerini bir kadın çekirdek kimliğine sahip hisseden biyolojik erkekler) açısından, edilgen veya kocasından uzakta yaşayan ve simgesel bir bütünlük kaynağı olarak oğlunun üstüne titreyen, güçlü biseksüel kişilikli bir anne vardır. Oğlan çocuğunun erkekliğini zımmen ortadan kaldıran bu rahat ve huzurlu simbiyoz yaşam hem çocuğun anneyle aşırı özdeşleşmesinde hem de anne için kabul edilemez ve babanın da yeterince temsil edemediği erkek rolünün reddine yol açar. Dişi transseksüellerde, annenin reddedici tavrı ve babanın uzakta olması,  küçük bir kız çocuğu olarak destek görmediği hissine kapılan kızı bir erkek ikamesi olmaya ve annesinin yalnızlık ve bunalım duygusunu gidermeye iter. Onun erkeksi davranışı böylelikle umutsuzluğunu aşacak olan anne tarafından yüreklendirilir ve aile dayanışmasının artışına katkıda bulunur.
 Çekirdek cinsel kimliği ve genelde cinsel faaliyeti etkileyen erken dönemli anne baba (özellikle de anne) davranışı yalnız insanlara özgü değildir. Primatlar üzerine yaptıkları klasikleşmiş çalışmalarında Harlow ve Harlow (1965) göstermiştir ki, bebekle anne arasında güvenli ve fiziksel olarak yakın bağlantı aracılığıyla kurulan doyurucu bir ilişki yetişkin maymunlarda normal bir cinsel karşılığın gelişmesi için vazgeçilmezdir: Normal anne ilgisinin olmaması ve tali olarak da, kritik gelişme aşamalarında akran gruplarıyla etkileşimin yokluğu daha sonraki yıllarda yetişkinlere uygun cinsel tepki geliştirme kapasitesine zarar verir. Bu maymunlar öteki toplumsal etkileşimlere de uyum göstermez.
 Freud (1905, 1933) iki cinsin de psikolojik bakımdan biseksüel olduğu iddiasında bulunmakla birlikte, hem erkek hem de kız çocukları için ilk genital kimliğin eril olduğunu ileri sürmüştür. Freud’a göre; başlangıçta penise paralel bir haz kaynağı olarak klitorise sabitlenmiş kız çocukları ilksel genital özdeşleşmelerini /ve içkin olarak homoseksüel ilgilerini) bir penise sahip olamamanın verdiği hayal kırıklığının, kastrasyon endişesinin ve simgesel olarak bir penis yerine babadan bir çocuk yapma isteğinin bir ifadesi olarak pozitif bir ödipal yönelim içinde anneden babaya kaydırır. Ne var ki, Stoller’a göre, anneyle olan güçlü bağ ve simbiyoz ilişki veri alındığında, hem erkek hem de dişi bebeklerin ilk kimlikleri dişidir; aşamalı bir biçimde, ayrılma-bireyleşme sürecinin bir parçası olarak, erkek bebekte dişil kimlikten eril kimliğe doğru bir kayma görülür. Ama Person ve Ovesey, homoseksüel eğilim taşıyan hastalar, transvestizm ve transeksüelizm üzerine yaptıkları araştırmalar temelinde, en başında erkek ya da dişi olan orijinal bir cinsel kimlik ortaya atmışlardır. Bana göre bu yazarların görüşü Money ve Ehhardt’ın (1972) ve Meyer’in (1980) hermafroditlerdeki çekirdek cinsel kimlik üzerine çalışmalarıyla uyumlu olduğu gibi, yaşamın başından beri anneyle (erkek ve dişi) bebeklerin etkileşimi üzerine gözlemlerle ve cinsel sorunları olanlarla birlikte normal çocuklar üzerine yapılan psikanalitik gözlemlerle, özel olarak anne babaların bilinçli ve bilinçdışı cinsel yönelimlerini ele alan çalışmalarla da (Galenson 1980; Stoller 1985) uyumludur.
 Braunschweig ve Fain (1971, 1975), Freud’un iki cinsiyetin de başlangıçtaki psikolojik biseksüelliği hipoteziyle aynı doğrultuda; bebeğin hem anne hem de babayla bilinçdışı özdeşleşmesinden, çekirdek cinsel kimliğin kurulduğu anne-bebek etkileşiminin doğası tarafından kontrol edilen biseksüel özdeşleşmeden türeyen bir psikolojik biseksüellikten yana inandırıcı argümanlar ileri sürmüştür. Money ve Ehrhardt’a göre, ‘baba yemek pişiriyor ve anne de traktör sürüyorsa’ bu mesele değildir; yani, cinsel kimlikleri net olarak farklılaştığı müddetçe anne babanın toplumsal olarak tanımlanmış cinsel rolleri bir anlam ifade etmez.
 Bir çekirdek cinsel kimlik tayini ve benimsenmesi, pratik amaçlarla, erkek ya da dişi olarak görülen cinsel rollerin güçlenmesini belirler. Hem anne hem de babayla bilinçdışı bir özdeşleşme –psikanalitik araştırmaların evrensel bulgusu olan bilinçdışı bir biseksüellik- aynı zamanda toplumsal olarak cinslerden biri ya da diğerine atfedilmiş rollerle bilinçdışı özdeşleşme anlamına geldiği oranda, biseksüel tavırlar ve davranış kalıpları, evrensel bir insani potansiyel olarak biseksüellik yönünde güçlü eğilimler söz konusudur. Çekirdek cinsel kimliğe güçlü toplumsal ve kültürel vurgular (‘Sen ya küçük bir oğlan ya da küçük bir kız çocuğu olmalısın’) genelde bir kişisel kimlik oluşturma ve o kimliği pekiştirme yönündeki intra-psişik ihtiyaç tarafından destekleniyor ya da belirleniyor da olabilir, böylelikle çekirdek cinsel kimlik çekirdek ego kimliği oluşumunu sağlamlaştırır; aslında Lichtenstein’a (1961) göre cinsel kimlik ego kimliğin çekirdeğini oluşturuyor olabilir. Klinik bakımdan, kimlik bütünlüğünün yokluğu (kimlik dağılması sendromu) hep cinsel kimlik sorunlarıyla yan yana görülür ve Ovesey ve Person’ın (1973, 1976) vurguladığı gibi, transseksüeller genelde diğer kimlik alanlarında da şiddetli zikzaklar çizer.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1259.0

MY CHILD BENİM ÇOCUĞUM: KESKİN BAKIŞLI ANNELER ve SİNMİŞ BABALARIN ÇOCUKLARI


Benim Çocuğum. Son zamanların en çok konuşulan konularından olan eşcinsellikten yola çıkılarak yapılmış bir belgesel. Eşcinsel bireylerin anne babaları ile yapılan röportajlar ve LİSTAG’ın hikayesi de anlatılıyor bu filmde. Çocukları eşcinsel olan ailelerin kurduğu bir dernek LİSTAG. Mecliste cinsel yönelimi farklı olanlara eşitlik isteyecek konuşmalar yapan annelerin ön planda olduğu bir oluşum.
  Türkiye’de çocuk büyütmede hep anneler daha fazla konuşur, hayatlarında çocuklarından başka birisi yer almaz belli bir zamandan sonra. Yemekte, misafirlikte hep çocuklarından bahsederler. Filmde de aynı durum söz konusu. Söz yine annelerde, 2 tane de baba  görünüyor, fakat çekingen, ürkek tavırlarla, zorla gelmişler o filme gibi bir halleri var. Anneler ise gözlerinden ateş saçarak, sert ifadelerle kadınlıktan yoksun halleriyle anlatıyorlar hikayelerini. Anlatırken öyle bakışları var ki sizi rahatsız edecek derecede sert, kaşlar hep yukarıda. Klasik cümleler peşi sıra gelmeye başlıyor. ‘Kızımız hiç küpe takmak istemedi, elbise giydiremedik, oğlumuz kız gibi oynuyordu, ben de onu dövdüm, erkek gibi ol dedim, anaokuluna başladığı günün ardından psikolog çağırdı, kızlarla oynamıyor dedi..’. Daha çocukken belirtiler görülmeye başlamış. Tabi bunu gören anneler daha da çok yapışmışlar çocuklara, aman baban bilmesin ben bileyim, ben cezanı keseyim, aman Allah’a ben yalvarayım yakarayım derdine düşmüşler ve bu durum iyice ayyuka çıkana kadar böyle davranmayı sürdürmüşler. Ergenliğe doğru da belirtiler artarak devam etmiş. Artık sevgili oğulları, sevgili kızları zannettikleri cinsiyette değillermiş söylediklerine göre. Bu süreçte psikiyatristlere gidilmiş, çocuklarının ruh hastası olduğunu düşünmüşler ve psikiyatristlerin uydurma tanımlaması olan bu doğal bir durum, yapacak bir şey yok, sizin yetiştirme tarzınızda hiçbir sorun yok yalanına inanmışlar. O kadar inanmışlar ki, kabullenmekten başka çare yok, ne yapayım oğlum oldu kız çocuğu diyerekten erkek çocuğunun sutyenini kendisi bağlamış annelerden biri. Zaten kocası manen ortada olmayan bir kadın için bir de çocuğunu hele ki erkek çocuğunu kaybetmek ikinci yıkım olurdur tabi. Babalar bu zamanlarda neredeler doğrusu pek anlayamadım filmde. İş işten geçip çocuklar ben eşcinsel oldum dedikten sonra ortaya çıkıyorlar. Sözde ‘modern ve demokratik’ olmaya çalışan bir toplum olmaya çalıştığımız için de beraber oturmuşlar, konuşmalar yapmışlar. Konuşmalarda sen bizim çocuğumuzsun, biz hep seni seveceğiz tipinde sevgi bombardırmanları, ağlamalar yaşanmış. Belki de hayatları boyunca gösteremedikleri sağlıklı sevgi ve ilgiyi o konuşmalarda, itiraflar sırasında gösterdiklerini sandılar çocuklarına. Yani bir çeşit vicdan rahatlatmaydı bu onlar için. Çocuklarının eşcinselliğini kabullenince dünyanın en iyi anne ve babası olduklarına inandılar belki de kendince. Biz çocuğumuzu her şeyiyle kabulleniyoruz inancını benimsediler. Çocuklarını kaybetmemek için de kabullenmeye karar vermişler diyebiliriz. Artık benim bir oğlum değil kızım var, ya da benim artık bir kızım değil oğlum var diyerek hayatlarına devam etmeye karar vermişler. Tabi bir de işin aile büyüklerine söylenme kısmı var. Anneannelerin bazıları, aileleri ilgisizlikle suçlamış veya kesin baba tarafında var böyle bir şey, bizim tarafta yok diyerek tepki göstermişler. Daha sonra onlar da kabullenme sürecine başlamışlar. Eşcinsel çocuklar bunu artık daha rahat yaşamaya başlamışlar. Annelerini eşcinsel arkadaşlarının anneleriyle tanıştırınca, bu kaynaşan anneler, kısır günü buluşmaları tadında geçen toplantıları rahat yapacakları bir dernek kurmaya karar vermişler. Derneğin üye sayısı fazla, giderek de artıyor. Amaç eşcinsel çocukları olan aileler bir araya gelsin, bu konu giderek daha da normalleştirilsin.
 Masum bir amaca hizmet ettiği gözükse de benim düşüncem homoseksüelliğin toplumda giderek pompalanması, bu tercih, biyolojik durum istediğiniz gibi yaşayın mesajı vermek. Peki kim neye bu kadar kolay karar veriyor, kaç tane ruh sağlığı hizmeti veren kişi eşcinsel danışanını, hastasını kabul edebiliyor hiç önyargısı olmadan. Bir yandan pompalanan bir zihniyet, bir yanda bu doğal bir şey yaşamanıza bakın deyip sizi geri yollayan bir psikiyatrist. Bunlar çelişkili durumlar gibi geliyor bana. Bir diğeri de eşcinsel yönelimleri olan kişilerin hepsinin ailesinde belli dengesizliklerin olması, anne baba figürlerinin, rollerinin karışmış olması tesadüf olamaz. Bu çok basit bir denklem bir evde iki kişi pantolon giyiyorsa, 2 kişi erkek rolüne sahipse o evde yaşayan erkek çocuğu erkeksi özelliklerini yaşama konusunda sıkıntı çekecektir. Aynı şekilde babası çok pasif olan bir kız çocuğunun da kafasında hiçbir zaman güçlü erkek, kahraman baba imajı olmayacaktır. Ve bu tip anne babalara sahip olan bir kişinin kendi cinsiyetini özümseyememişken başka bir cinse geçişi oldukça olağandır.
 Filmdeki anneler ve bu derneğe akıl hocalığı yapan psikiyatrist kadınların da yüzlerinde öyle bir ifade vardı ki bir şeylerin hesabını soruyor, intikamlarını alıyorlardı. En çok kocalarından aldıklarına eminim zaten bunu. LGBT Onur yürüyüşü için pankart hazırlarken eşlerden biri annenim yanındayım pankartını hazırlıyorken, bir annenin neden hep anne, aa bu sefer de baba yaz diye haykırması unutmadığım bir sahneydi. Bitmemiş dertleri var erkeklerle, sanki hem bir erkek olmak istiyorlar, hem de istemiyorlar gibi bir ruh halindeler. Birçoğunun şişman olması da gözden kaçmayacak bir ayrıntı. Vücut algılarının, güzellik algılarının çok olumlu olduğunu zannetmiyorum. Kendileri daha kadın olmadıkları için de çocuklarındaki eşcinsel eğilimlerin görülmesi hiç de şaşırılacak bir sonuç değil.
 Eşcinsellik, transseksüellik, gaylik, lezbiyenlik bir cinsel kimlik karmaşasıdır. Bilimsel olarak her kadının içinde bir erkek ve her erkeğin içinde bir kadın vardır. Eşcinsel bireyler de iki cinsel kimliği yaşamada da problemler yaşanıyor diyebiliriz. Ama sonuçta doğduğumuz cinsiyetimiz neyse yine onun özelliklerini taşıyoruz. Bugün cinsiyet değiştirme operasyonlarında 2 yıl ruhsal, tıbbi muayeneden geçip gerçek cinsiyetine dönmek isteyen bireyler de var. Maalesef ki homoseksüelliği kabul ettirme misyonu öylesine arttı ki ne kadınlar kadın, ne erkekler erkek, ne anneler anne, ne babalar baba olmanın keyfini sürebiliyorlar.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1267.0

11 Mart 2013 Pazartesi

TAKSİM İSTİKLAL'DE KAYBOLAN HAYATLAR KADINLAR ERKEKLER


İstanbul henüz gündüzün koşuşturmasını, insanların iş telaşını, simitçilerin ve büfecilerin ekmek kazanma telaşını yeni bitirmiş, daha nefes almadan kaybolmak isteyenlerin, kafalarını uyuşturmak, uçmak ve unutmak, avlanmak ve avlamak isteyenlerin saatine hazırlanıyordu. Bu ikinci raund geceden sabaha kadar sürecek uzun, zorlu, kimileri için de çılgın bir süreç olacaktı.
Yine İstanbul'un gecelerinde niceleri maskelerini takacak, niceleri kendini birkaç saatliğine de olsa yalancı mutluluklara alkolle, uyuşturucuya, uyuşarak unutmaya ya da birilerinin kollarında yahut göğsünde sahte mutluluğa kendini, ruhunu ve bedenini bırakacaktı.
Başkasını değil o gecede kim bilir; kaç kişi aslında kendini! aldatarak dipsiz kuyulara ruhunu bırakacaktı. O bir gecede kişiliğinde ,Kaç kişilik, doğacak ve kaç kişilikle o İstanbul gecelerinde insanlar başkalarının hayatlarına süzülerek dolaşacaktı. Bütün bunları farkında olarak yaşayanlarından çok;
farkında olmayanlarıyla nefes alacaktı bu şehir yine de yeniden. Sabahı, sahte kahkahalarıyla, sahte aşklarıyla, sahte mutluluklarıyla, kendine ait olmayan hayatlarla, yine kendini arayan peri kızlarıyla uyanacaktı belki de bu şehir kim bilir.
Kaç kişi erkek cinsiyet kimliğinden, kadın kimliğine bu gece bürünecek, kadın cinsel kimliğine sahip kadın ise ;erkeklere meydan okurcasına en kalabalığa aldırmadan aradığımı buldum mutluyum demek istercesine kadın sevgilisinin dudaklarına şehvetli bir şekilde bu gece yapışarak, kendini mutluyum diye kandırmaya devam edecekti. Kaç kadın erkek gey dansöz oynatacaktı. Kaç travesti magandalar tarafından tecavüze uğrayacaktı.
İnsanların bir kısmı da Boğazın en güzide yerinde , veya Boğaza nazır 5 yıldızlı otellerin exquiti katlarında yani en özel katında 24 saat açık büfe eşliğinde, şampanyalar tokuşturarak kendi dünyalarında yok olacaklardı, paralarıyla, aşkı, mutluluğu satın alacaklardı. İş toplantısındayım maskesi altında.
Kaç evli adam, başka kadınlara da sahip olmak isteyecek, kaç evli kadın başka bir erkeğin hayali ile geceleri yanıp tutuşacak , onu bulabilmek için kocasını terk edip İstanbul gecelerinde beyaz atlı prensimi bulayım derken kadın simsarların eline düşecek ve sabaha gözyaşlarıyla uyanacaktı. Senaryo değil İstanbul'un ve gecelerin karanlık yüzü ta kendisi bu .
Bazılarının da karşısına peri kızları çıkacak, peri kızının mahsun bir melek sanarak kalbini kaptıracak sonunda kendini bir canavara dönüşmüş kadın düşmanı olarak kaç erkek bu sabaha uyanacaktı.
.
Kimileri ise zengin patronların satış mağazaları zincirleri bayilerinin birinde çalışan, köylü tezgahtar kızı; Gece boğazda bulunan teknesinde bekaretini, ve hatta tüm hayatını çalacaktı. Herkesin, herkesten bir şeyler çaldığı, veya aradığı geceye doğru ilerlerken neler yaşanacaktı yine kim bilir.
İstanbul için her zamanki gecelerden biriydi ama benim için bu gece çok farklıydı bilmediğim bir gece ye doğru gitmeye karar vermiştim çünkü. İstanbul ki içinde Milyonları barındırıyordu ,doyuruyor, okutuyor yaşatıyordu, fark edilme şansında fazla yoktu ya sen onda kaybolursun yada o sende ama benim gibi peri kızını İstanbul bile yakalayamıyordu o denli hızlı uçup kayboluyordum çünkü. Geceleri yanıp sönen ışık böcekleri gibi. Peri masallarındaki tıpkı peri kızları gibi bir var, ama bir bakmışsın ki yok.

İstanbul'un gecelerinin tüm hallerini , alemlerini, barlarını gece kulüplerini o zamanın en ünlü sosyetenin takıldığı kulüpleri de gezen ben Peri kızı bir türlü tatmin olamamıştım. çünkü yıllardır aradığım şey belkide oradaydı. Bakmadığım bir tek yer sanki orası kalmıştı;gitmek oraya gitmemekten daha iyiydi belki sorularımın cevabi belkide orada gizliydi kim bilir.
Çok sevdiğim bir arkadaşımdı Mario 33 yaşında,orta boylu ,kumral,gözlüklü sakin ve yumuşak görünümlü bir insandı.
Kendisi Almanya'dan İstanbul'a çalışmaya gelmiş bir gey arkadaşımdı. Görünümü tamamen erkek olan, ama pamuk gibi bir kalbi olan Marioyla bir arkadaşım vasıtasıyla tanışmıştım. Beşiktaş'ta oturuyordu. Onu çok seviyordum, ondan korkmuyordum nedense, biliyordum ki benim canımı yakmayacak, bana tecavüz etmeyecek. Bu yüzden ona güvenebiliyordum ama sadece sevgi almak için beslendiğim bir kaynaktı. Darbe yemekten bitkin düştüğüm ,tacizlerden bıktığım ve peri kızı olmayı bıraktığım saatlerde,sadece onun yanında birkaç saatliğine o minik küçük masum kız olurdum.Sonra tüm maskelerimi takar peri kızına bürünür uçarak gülerek acımasızca olan hayata geri dönerdim.
Bir kedinin sevgi almak için sırnaştığı gibi ona sırnaşırdım. Mario derdim sana geleceğim gel zauberfee
derdi yani peri kızı herkes bana peri kızı derdi.Onun evine girdiğimde bana brokoli çorbası pişirirdi,sohbet ederdik ,bazen ağlardım yanında çok şey anlatmazdım, kafamı okşardı rahatlamaya başlardım,bir morfine ,bir uyuşturucuya , bir alkole bağımlılık gibi yalvarırdım;Mario ne olur göğsüne uzanıp sana sarılabilir miyim diye.
-Mario,Zauberfee derdi (peri kızı) inan seni bilmesem,bu kadar sevmesem, bu kadar haline üzülmesem asla izin vermezdim bana dokunmana , ama derdi çok mahsunsun der kollarını uzatirdi.Kafami göğsüne yasladigim anda,biraz olsun ruhum sakinleşmeye baslardi,ama nedenini bilmeden de taaa derinlerimden çok derinlerden göz yaşlarımı tutamaz birkaç damla damlatırdım.
-Mario ‚‘‘ Yine dayanamadın döktün gözyaşlarını kalbimin üstüne dimi der, kafamı okşardı‘ onun da bazen gözlerinin dolduğuna şahit olurdum.
Biraz sevgi stokladıktan sonra hemen ayağa kalkar, gözyaşlarımı siler,hiçbir şey olmamış gibi kahkahaları atar, Mario'yu da güldürmeye çalışırdım.
Güzel bir taraf daha vardi Mario ya ona para,yada hediyeler yada başka bir şey vermeme gerek yoktu.
Kız arkadaşım hiç yoktu, kadınlardan hiç haz etmiyordum,onlarla zaten sürekli yarış halindeydim,hepsi benim için birer rakipten başka bir şey değildi. Bana göre hepsi ezikti,zavallıydı. Hepsinden daha güzel ve sexi olabilmek için her zaman bakımlı ve suhdum. Bir toplum için girsem ve o toplumda erkek olsa , oradaki erkeklerin dikkatini üzerime çekmek için her şeyi yapardım en delice şeyleri bile, yeter ki erkeler beni tercih etsin.
Gerçekten de basarili olurdum, çünkü güzel ve çekici bir kadındım, taabi o zamanlar daha yolun başında olduğum için, yani yeni boşanıp özgür olduğum için bu bana zevk veriyordu. Sadece gösterip gösterip vermeyen cinsten derler ya.Ama erkekle de bir de baktım ki, sevgiden önce benden sex istekleri , tacizleri beni iyice yormuştu. Artık erkek de görmek istemiyordum. Onlardan da nefret etmeye başlamistim. Bu duygular içerisinde boğuşurken:
Bir gün, Mario ile bir baska bulusmamizda artık kararimi vermistim ne oldugumu ve ne istedigimi bilmeliydim. Evet öyle bir an ve öyle bir gün gelmistiki artık - Marioya ya benide götür dedim! -Mario,Nereye dedi ? Gittigin yere dedim,hani eglendigin ve arkadaşlarının olduğu yere.Senin mekanlarına yani.
-Mario ,Emin misin dedi ? - Evet hem de çok dedim .-Mario pek ala dedi gidiyoruz .Ve Beşiktaş'tan yola çıktık, ah Beşiktaş ne de cok severdim.iskelesiyle,Vapuruyle,Ortaköy ve Boğazı ile neler yasatmisti bana. Beşiktaş'tan Taksime geçtik.
Aksam saat 23:00 civarinda Taksime vardik ortalik civil civildi,herkes takmis takistirmis binbir renkten,kültürden ve dinden insane vardi.Herkes cilyavrusu gibi etrafa dağılıyor, ve gece nerede eğlenecekse oranın yolunu tutuyordu.
-EE Taksimin İstiklal caddesiydi bu,orada yasanan hayatlar ve hikayelerde türlü türlü değil miydi, pek çok gecede peri kızı oralarda da dans etmemiş miydi.
Ama bu gece o parlak ve sah sahalı barların dışında bir adrese gidecektik, çok heyecanlıydım
Mario ve ben taksimde indik, ben gayet sade giyinmiştim bir jean pantolun ve üstüme bir tişört, ve hoş yüksek ökçeli ayakkabılar. Bu sadeliğimin içinde bile dikkatleri yine üstüme çekiyordum .
Belime kadar uzanan tatli acik kahve saclarim,cikik elma kemiklerim, zarif ve Uzun boyum vücut ölçulerim,jenefer Lopezi andirir kalcalarim neler cekmistim o kalcalar yüzünden ve masumiyetim hemen dikkat cekiyodu.Geriliyodum yine ama bugun takmiyacaktim ve herzamankinden daha sade giyindigim icin, ancak bu kadar peri kizini kamufle edebilmistim.Bugün neyle karsilasacaktim acaba sabirsizlikla Marionun arkadaslarini beklemeye koyulduk,.
Taksimde fazala göze batmayan bir kafede beklemye basladik.Etraf karanlikti , cok kalabalikti,her yer isil isildi ,heryerden bir ses gelmeye baslamisti barlar acilmisti. Insanlar akin akin gelmeye basliyordu taksime.
Bir ara Mario ya ya baktim nasil bir ruh halinde diye;Mario gayet kuhl bir sekilde benden rahatsiz olmadan tüm dünyasini bana göstermeye ,hatta beni o dünyanin icine sokmaya hazirdi. E ne de olsa o da ilk defa gey olduktan sonra bir kadina bu kadar yakindi onun icinde pek kolay degildi bir kadinla görünmek ve hatta yanindayken oraya gitmek.Tabularini yikmak , ama dedik ya peri kizi bu, bosuna peri kizi degil ;ikna edemeyecegi,tavliyamiyacagi,kalbini calamayacagi, kandiramiyacagi hicbir erkek varlik yok veya kisi yok.
Kadinlar haric elbet, onun icin rakip cephesi Kadinlar, gerci Marioda peri kizi sadece sevgisini göstermisti o kadar,o yüzdende güzel ve karsilikli güvene dayanan bir arkadaslik kurulmustu peri kizi ile Mario arasinda.
Tam kahvelerimizi yudumlarken taksimin göbeginde ,ilk arkadasi göründü yanimiza gelen ve selam veren hos ,yakisikli bir o kadarda kültürlü bir erkekdi,birden ürperdim dedim- Eyvah erkek
Mario ile tokalasti bana bakti, Mario göz kirpti kafa salladi bizden korkma der gibi.Sonra- Mario: Tanistirayim bu peri kizi ; buda Serkan dedi .Hali biraz cekingendi ,bende Kendi kendime neden benden cekindi ki acaba ? demeye kalmadi nedeni cikti ortaya.
Benimlede tokalastiktan sonra Mario dan aldigi güven isareti ile aninda Sekanin ses tonu degisti elini cebine atti hemen küpesini cikardi , bir hamlede sag kulagina takti,sol elinden alyansini cikararak onuda cebine sakladi. ve Serkan hos ve kadinsi bir bir edayla: - ``Ay kiz dedi, ammada ürkekmissin ``dedi bana, sonra devam etti -Serkan: ``Benden sana zarar gelmez kizzzzzz´´ dedi ve basti kahkahayi. -Serkan , his yok kizim his kadin cinsiyetine karsi naparsin .Ama dedi
- Serkan : duymadin ,görmedin.Elbetteki dedim ve gülümsedim.Iyice rahatlamistim ben artik derin bir nefes aldim, bu gece taciz yoktu.Ama biryandan da garip bi durumdu kafa karistiriciydi ama neyse dedim devam peri kizi .
Serkanda bir kahve söyledi;cok rahat ve sempatik bir uslupla , -Merak etme bende de sizin cinsiyetinize karsi his yok,karsilikli zit kutuplar herkes rahat merak etme manitana sarkmam ; ben erkek almim kalsin.
-SekanGözlerini oyarim valla kiz,benden baskasi benimkine dokunamaz .Sonrada bir kafa cevirerek devam etti- Serkan Zaten bakmaz ki;Kalkmaz ki sana kiz dedi ve kahkayi yine basti.Hos bes bir sohbetten sonra ortam iyice isininca .Baktim ki bana güveni olustu , samimi oldugumu anladi , ve benden hoslandi, kil olmamisti bana ,bende bunu hissetigimden dayanamadim ve sordum.
-Serkan : Az evvel alyansini cikardigini gördüm ,sen evlimisin dedim?
-Serkan: Bak sen peri kizininda gözünden bir sey kacmazmis,evet evliyim maalesef 7 aydir dedi.
Kizim yas geldi 30 a , bizim pederi ve valideyi oyalamak artik mümkün olmadi ,tutturdular illede evlen diye,bizde evlendik napalim, bosaninca biter bu eziyet dedi .
-Ben Saskin bakislar arasinda hadi ya dedim;peki sen dedim karinlada birlikte olabiliyomusun cok pardon ama dedim.
-Serkan: Yüksek bir kahkaha atarak ,kiza bak dedi ,kizim siftah yok ,gerdege girecek adam nerdeeee dedi.
Saskinligim daha da artmisti, ve merakimi daha fazla gizliyemiyerek sinirlari zorlamaya devam ederek sormaya devam ettim.Cünkü anlatmak ister gibiydi hatta ici dolup tasiyor du herhalinden belliydi bu.
Peki dedim ,bu isin sonu ne olucak ,esin anlamiyor mu?
-Serkan:O zavalli dedi,bende cinler var cinler alemindeki kadinlarla birlikte oluyorum,bu yüzden onunla beraber olamiyorum ona karsi ereksiyon olamiyorum zanediyo. Nasil senaryo ama benimkisi ,habire hocalara tasinarak bana muska getiriyo ve sabirla bekliyo .
Ben:Peki neden onunla evlendin Serkan bunu ona neden yaptin? dedim.
Serkan birden ciddileserek anlatmaya devam etti:
-Serkan: Peri kızı benim annem babam hacı, ille de evleneceksin diye üstüme gelince,gidim su kızı bir göreyim,hem bunların çenesinden ve baskısından kurtulurum diye düşündüm. Görmeye gittiğimizde kız bana o kadar güzel geldi ki ,o kadar masum ve temiz tesettürlü imanlı bir kızdı ki bir an kendi kendime dedim ki. Serkan belkide bu kız seni değiştirebilir kim bilir dedim. Ve onunla evlenmek istedim ve evlendik. Ama sonrasında maalesef değişen bir şey olmadı, asla ona cinselliğim uyanmadı. Cinselliğim uyanmayınca da bu cin meselesini uydurdum. Kız da bekliyor tabi.
Konuşma tüm harareti ile devam ediyordu:

BABA ÖFKESİ : AZİZ PEDER Mİ? SEVGİLİ BABA MI?


Sevgili Babacığım

Bu “sevgili” kelimesini gerçekten içimden gelerek kullanmayı çok isterdim ama burada sadece ironik bir ifade olarak kalacak ömrümün sonuna kadar. Burada kalması gerekiyor çünkü senin çocukken yaptığın dengesizliklerin ve babalık görevini ve terbiye etme şeklini sadece dayak atmaktan ibaret gördüğün için ve bunların benim bütün hayatımı etkileyecek oranda büyük, ruh dünyamda onulmaz yaralar açtığı için. Kusura bakma seni küçükken seviyordum ama bir yaşa kadardı o. O da senin ne kadar dengesiz ve ani değişmelere müsait olduğunu gördükten sonra oldu. Beni kucağına alıp da seven bir insan 5 dakika sonra apayrı bir insan olabiliyordu. Evde terör estiren asan kesen vurup kıran ayarsız ve dengesiz bir mahlûk oluyordur. O anlarda keşke şu an ölse de kurtulsak dediğim çok olmuştur. Daha 4-5 belki 6 yaşında seni ve bana sunduğun sevginin dengesiz ve sahte olduğunu düşünmeye başlamıştım. Az önce beni seven kucağına alan bu şahıs olamaz diyordum içimden. Terör estirdiğin o anlarda bir köşeye korkuyla sinmiş etrafı seyrederken bir taraftan da keşke şu an buradan kaçabilsem dediğim çok olmuştur. Ama vurup kırma işlemi bittikten sonra oturunca beni “gel lan buraya” ifadesiyle çağırdığında, gelmek istemediğim halde gelmek zorunda hissediyordum kendimi. Beni dövmeyeceğini biliyordum ama bu gergin ortamın ve diğer insanlara yaşattığın terörün mimarı sendin. Dengesiz bir babanın kucağına gitmek aslanla aynı kafese girmek gibiydi benim için. Her han ne dengesizlik yapacak acaba diyerek götünü kollamak zorunda kalırsın. İşte bütün ipler bu sorgulama anında koptu. Seninle aramda bağ kurulamayacağını anladım. Artık sen benim için uzak durulması gereken, korkutucu, ürkütücü bir varlıktın. Bir insan nasıl olurda bu kadar dengesiz davranabilir diyordum. Özellikle de başka şeylere ve daha çok yanınızdan ayıramadığınız büyük oğlunuz ve biricik karısından dolayı kızardın ve bütün milleti dayak manyağı yapardın. Onlarında Allah belasını versin dediğim çok olmuştur. Onlarda bi an önce şu evden gitseler de rahat etsek diyordum.  En ufak hataları bile orantısız bir şekilde dayakla kapatma isteğin sana olan duygularımın tam aksi yönde gelişmesine sebep oldu. Ben en az dövdüklerinden biriyim belki ama ağabeylerimi  elinde bir odunla bütün köyün içinde arkasından koşarak dolaştırdığın, herkese rezil ettiğin günler. Ufacık bir hatadan dolayı onları gece dışarı atmalar. Gece bu çocuklar nereye gider demeden düşüncesizce tavırlar. Bana kalırsa senin çocuklarının hepsi anormal ve hepsi top. Sana olan nefretimi belki bu şekilde biraz hafifletirim.  Sen artık benim için sevilmesi gereken bir varlık değil yavaş yavaş nefret edilmesi gereken bir varlık olmaya başlamıştın. Şu an bile babasının yanına gidip onunla şakalaşan, babasının öpen insanlara bile nefretle ve öfkeyle bakıyorum. Onların sevgileri de yabancı ve yalancı geliyor bana. Belki gerçekten o insanlar sevgilerinde samimi ama senin sayende ben böyle bir duygu yaşamadığım için o insanlara da ikiyüzlü muamelesi yapıyorum kendimce. Şu an mümkün olsa da senin paranla kursağıma giren her bir lokmayı tek tek dışarı çıkarıversem. Seninle hiçbir alakam kalmasa.
İlerleyen yaşlarda, merkezdeki bu çok küçük açı seninle aramın iyice açılmasına sebep oldu. Senin artık iflah olmayacağını ve hep böyle gideceğini ve hayatı boşa yaşadığını anladım. Halada diyorum senin hayatı boşa yaşadığını, hiç bir şeyden anlamayan man kafanın biri olduğunu.  Sen artık benim umurumda bile değildin. Tek üzüldüğüm şahıs seninle yaşamak zorunda kalan annemdi. Elimde olsaydı inan onu da senden alır gider bir yerlere yerleşirdik herhalde.  İstanbul’a geldiğimde okumak için beni arayıp sormadın. Paran var mı, ne yapıyorsun derslerin nasıl diye sormadın. 7 yıl yurtta kaldım bir kere bile kaldığım yurduma okuduğum okula gelmedin. Arkadaşları kimdir, ne yapar nereye takılır diye sormadın. Küçücük çocuk tek başına ne yapar diye merak etmedin.  Evet dünyaya getirmekle senin babalık görevin yerine gelmiş ve senin kutsal görevin tamamlanmıştı Aziz Peder. Sana peder diyorum çünkü sen baba kelimesini hak etmiyorsun.   13 yaşımdan itibaren hep hayatta yalnız kaldım. Hiç kimse olmadı yanımda.  Senin bu vurdumduymazlığın beni bir kat daha soğuttu kendinden. Sen köyde aldığın emekli maaşının inek ve danalarınla yerken ben burada günlerce aç kaldım. Sesimi çıkaramadım kimseye. Kimseden para pul istemedim. Ve şu an bunları düşününce seni bazen vurasım bile geliyor. Allahtan güzel insanlar elimden tuttu beni adam ettiler yoksa senin ağzına sıçardım. On numaralı piç  olurdum başına. Dua et o güzel insanlara.
İstanbul’da, tek başıma kalınca kendimi boşlukta kalmış gibi hissettim. Bana kaldığım yurtta ağabeylik yapan şahıslara yakınlık duymaya başladım. Başlarda normaldi bu duygusal yakınlık ama sonraları daha şiddetli duymaya başladım ve bu onlarla fantezi kurmaya bile gidiyordu bazen. Ve böylece hayatımın duygusal olarak dönüm noktası belirlenmiş oldu. Ondan itibaren erkeklere duygusal yakınlık duymaya başladım senin sayende. Övüne bilirsin eserinle. Bütün bunların, bu içinde bulunduğum durumun tek sebebi sensin. Küçükken sahip çıksaydın belki bu durumda olmayacaktım. Ve bu yaşıma kadar evlenmeme sebebim de bu. Aslında bu evlenmeme kısmıyla senden intikam alıyordum bir nevi. Çünkü senin o karanlık, daracık, örümcek tutmuş ve kendinden başka kimseye yer olmayan siktiğim dünyandaki siktiğim değersiz insanlar bozmaları sana “bak bir oğlunu bile everemedi, bir kız bile bulamadı. Ne yaptılar ki diğerlerine kimse bununla evlenmiyor, aciz oğluna bile faydası yok” diye arkandan konuşarak seni yıpratacaklardı. Her nereye gitsen bu lafları duyacak ve duydukça da geberecektin kahrından. İyi oluyordu sana, haktı da. Ama intikamımı henüz alamadım. O da olur inş. daha farklı şekillerde.
Şimdi beni sahiplenmen, bunca vurdumduymazlığa aymazlığa rağmen insanlara ben çocuk okuttum adam ettim demen beni cehennem ateşi gibi köpürtüyor. Ne söylersem söyleyeyim sen kaz kafanın teki olduğun için anlamayacaksın zaten. Bir insan evlatlarına karşı bu kadar merhametsiz olurumuymuş diye çok düşünüyorum. Başkası ne diyecek, o ne der bu ne der diyerek siktin attın  bizi resmen. Amına koyim senin babalık anlayışının da babalığının da. Bi de benim çocuklarım çok efendi çok akıllı hepsi adam oldu diye övünmüyor musun. Hala öldürüyor senin bu salak saçma boktan düşüncelerin. Amına kodumun gerçeğini hala görmüyorsun göt hoşafı. Senin çocuklarının hepsi ruh hastası. Hepsi yardıma muhtaç. Hepsinin terazisi kaymış haberin yok. Ama senin o boktan karanlık dünyanda kendinden ve başkalarının seninle ve çocuklarınla alakalı övgü dolu sözlerinden  başka bir şey olmadıgından dolayı sen bu gerçeği göremezsin.
Şimdi senin karşına dursam ve dik dik konuşsam diyeceksin ki bana bu nişanlandı kendine bir kız buldu bu da değişti. Tanımıyor ana-baba diyeceksin.  Ama sana olan duygularım ta ilk başlardan beri böyleydi. Senin bu kaz kafalılığın beni daha da öfkelendirecek. Eğer ki şu an 70 yaşında değil de 30 falan olsaydın herhalde senden öfkemi almak için çok şeyler yapardım. Yaşlı olduğun için bi kez daha dua et. Ama zannetme ki bunlar yanıma kalacak. Uygun zaman ve zeminde sen bunu anlasan da anlamasan da yaptıklarını bir bir yüzüne vurmaya devam edicem “sevgili siktiğimin babacığı”.
Sen şimdi ben evleniyorum diye çok seviniyorsun. Ama bu sevinme kısmında senin hiçbir payının olduğunu düşünmüyorum ve sevinmeni de istemiyorum. Eğer ki evlendikten sonra problem yaşadık ve ayrılmak zorunda kalırsak işte asıl darbeyi o zaman vurmuş olacağım sana. Kahrından it gibi geberip gidersin belki. Sen, biliyorum yine beni düşündüğünden veya çocuğumun yuvası dağılacak korkusuyla kederlenmeyeceksin. Sen “ el ne der, düşmanlarımız bize gülecek, rezil olduk ona buna” diyerek hayıflanacaksın. Ben de senden böylelikle intikam almış olacağım. Allah kahretsin senin gibi babayı. Sikim senin gibi baba nerde varsa hepsinin alayını ve onların babalık mefhumlarını ve anlayışlarını.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1216.0

TACİZ-TECAVÜZ MAĞDURU ÇOCUKLAR:HİPERAKTİVİTE ve DİKKAT DAĞINIKLIĞI


Hayatımın üçüncü yılında her şey değişti. Küçük kız kardeşim ve mahallemizdeki bir çok kızla birlikte, caddenin karşısında oturan bir ailenin babası tarafından defalarca taciz edildik. Bu deneyim beni tepetaklak etmiş ve ailemin dahilik klasmanından saymamakta oldukları ve yeni yeni ayaklanmaya başlayan küçük kızları için asla uygun görmeyecekleri bir kategoriye sürüklenmişti. Ayrıca bu deneyim yüzünden şiddetli duyguların ve kontrolsüz bir empati diyarı kargaşasına balıklama dalmak zorunda kalmıştım.

( hassas bireyler için kısa bir not: empati sayesinde sözcük e imgelerden nasıl derinlemesine etkilenmekte olduğumuza dair derin bir farkındalık kazandım. Her ne kadar karanlık anlar üzerinde yeniden düşünecek şiddetli duyguları tekrar tanımlayacak olsam da, bunları benim ya da  diğer insanların yaşadıkları travmalara dair grafik hesaplamalarla ilişkilendirmeyeceğim. Sizlerin hassasiyetlerine krşı çok dikkatli davranacağım çünkü sizleri korku hikayeleriyle rahatsızetmenin bir anlamı ( ve bir özrü ) yok. Öykülerimi duarlı bir şekilde ve özel ayrıntılara girmeksizin anlatarak kendi özel hayatımı korurken sizinkine de saygılı davranacağım.)
Çocukların çoğunun empati becerilerinden yavaş yavaş uzaklaşarak, konuşma dilinin daha kabul gören ( ve daha güvenli ) dünyasına girmeye başladıkları o dönemde ben, insanoğlunun içinde var olabilecek kötülükle tüm bedenimi  saran bir temas içindeydim.  Diğer çocukların gayet normal yaptıkları gibi sözsüz iletişim becerilerinden uzaklaşmak yerine, uğramakta olduğum tecavüze karşılık bu becerilerime daha çok sarılmıştım. Böylece gelişim yolculuğum endişe verici bir şekilde ilerlemeye başlamıştı, konuşmak ( birçok diğer unsurla birlikte ) benim için son derece zahmetli bir iş haline gelmişti. Kekemelik başlamıştı; basit kelimelerin çoğunu unutmuş, orta derecede ğrenme güçlüğü çekmeye balamış ve son derece hiperaktif olmuştum. Sözcüklerde başarısız olduğumda ya da insanları anlayamadığımda empatiye sarılıyordum, ancak bu bağlılık iç ve dış dünyamda beni korkunç bir karmaşaya maruz bırakıyordu.
Empati yeteneğim sayesinde, diğer insanların hissettiklerini hissedebiliyor, beni isteyip istemediklerini anlayabiliyordum. Ailemden insanların kavgalı olup olmadıklarını ya da yalan söyleyip söylemediklerini anlayabiliyordum. Çevremde benden hoşlanmayan çocuklar olduğunda bunu hissedebiliyor nedenini anlıyordum. Öğretmenlerim anlatacakları konular hakkında bilgi sahibi olmadıklarında ya da çocuklardan hoşlanmayan yöneticilerle karşılaştığımda, durum benim için aşikar oluyordu. Ayrıca beni taciz eden kişinin etrafımda sinsice dolaşmakta olduğunu farkedebiliyordum: Ondan kendimi sakınabiliyor ya da benden daha küçük kızlara saldırmasını önlemek için evine girmeyi tercih edebiliyordum. Olan bitene dair çok fazla toplayabiliyor fakat bunlarıçıklayabilmenin uygun bir yolunu bulamıyordum. Birçok insan gerçekleri yetişkin bir yakın arkadaşından bile duymaya zar zor katlanırken bunları bir çocuktan duymak isteyecek hiç kimse yoktu. Zor olanı öğrenmiştim. Sosyal maskelerin altındaki gerçek duyguları hissedebiliyor ve şahit olduğum durum her neyse onun gerçeğine göre tepki veriyordum.  Bir anda doğru ( ama istenmeyen ) sözcükleri söyleyebiliyor, toplum içindeki şakalaşmaların arkasındaki  asıl duruma dikkat çekebiliyor, normal görünenin arkasındaki saçmalığı bulabiliyordum; kısacası etrafımdaki  her şeyi ve herkesi kışkırtabiliyordum.
Ebeveynlerim iki uzun yıl boyunca söz konusu tacizi fark edememiş olmakla birlikte bir biçimde  beni koruyorlardı. Benim bu garip becerilerimi eksikliklerimi kişisel yapımın bir parçası olarak görüp ele aldılar. Bazı test ve ilaçlar önerilmiş olmakla birlikte, ailem bana kalkan oldu psikolojik kategorizasyon ve ilaç sektörüne dair mütecaviz yaklaşımları engelledi. ( suistimal edilmiş, öğrenme güçlüğü çeken ya da hiperaktif çocuklara karşı günümüzün yapcı yaklaşımının ve inanılmaz yardımlarının aksine, 1960’lar bu konuda tamtakırdı. ) Ailemin desteği sayesinde, bir sürü aykırı tiple dolu bir ailede farklı bir çocuk, bir ezber bozan olarak büyüyebildim. Bu sanat ve deha diyarında, müzik, kültür, komedi, drama ve bir dolu sevgiyle haşır neşir oldum. Duygularımın çoğunu sanat ve müziğe aktarabildim, hayal gücümün yüksekten uçabilmesine izin verdim ve görüp hissettiğim şeyleri bir miktar dile getirebildim.
Mahallenin çocukları arasına katılmak istedim ancak insanlarla uğraşmakta pek becerikli değildim. Fazla dürüst ve gariptim. Genellikle kimsenin tartışmak istemediği konulardan konuşuyordum. ( örneğin neden ebeveynlerinin birbirlerinden nefet etmiyormuş  gibi yaptıklarını ya da biri onlara hakaret ettiğinde çöktüklerini itiraf etmeyişlerinin nedenini sorguluyordum. ) Yönetilme konusunda ciddi sorunlarım vardı ve burnundan kıl aldırmayan bir mizaca sahiptim. Erken çocukluk dönemimin çoğunu hayvanlarla geçirdim çünkü onlarla anlaşmam daha kolaydı.
Tacizle dolu o fırtınalı yıllar boyunca annem beni ( kekeliyor ve huzursuz davranıyordum ) her sbah dışarıya  ön bahçede oynamaya gönderiyordu ama o zamanlar henüz ön bahçenin beni taciz eden kişinin görüş alanının tam göbeği olduğunu bilmiyordu. Oraya gittiğimde korkuda midem bulanarak çimleri sulamaya çalışıyordum. Hortumu sıkıca kavrıyor, dilimi dışarıya çıkarıp, gözlerimi biraz fazla açarak çimleri sulamaya çalışırken tepeden tırnağa titriyordum. Ailem ve diğer çocuklar bu halime gülüyorlardı. ( dürüst olmak gerekirse gerçekten komik görünüyordum ) ve bu da beni biraz daha yalnızlaştırıyordu.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1254.0

EŞCİNSELLERİN LEZBİYENLERİN TRAVESTİLERİN TRANSSEKSÜLLERİN ANNELERİ


ANNELİK HER ZAMAN KUTSAL MI?

Porf Erol GÖKA

Annelik ve Cinsel Sapkınlık

Normal çocuk gelişimi için sağlıklı bir annelik tutumu gerekir. Sağlıklı annelik tutumunda anne, bebeğine bakmaktan ve bebeğin kendi eşsiz  özelliklerini taşıyan, bağımsız ve kendinden emin bir insan olarak yetişmesine yardımcı olma sürecinden büyük bir haz duyar. Ancak annedir bir annenin kızıdır ve bu annenin de kendisine ait çok sayıda erken yaşantıları ve travmaları olabilir. Bu durumda anneler çocuklarına karşı sapkın eğilimlerini, çocuklarının yaşamının ilk iki yılında gösterirler. Annelik, kendi yaşamında yaralayıcı ve travmatik olaylar yaşamış kimi kadınların, bebeğine kötü davranmasına ve bebeği taciz etmesine uygun bir zemin hazırlar. Hırpalanan bebeklerin, transseksüellerin ve hepsinden öte cinsel sapkınlıkları olan erkeklerin anneleri böyle kadınlardır. Cinsel sapkınlıkları olan erkeğin daha sonraki yaşamında nesne ilişkilerinin bozuk olmasının en etkili belirleyicisi, annesi ile ilk ilişkidir. Bebeğini hırpalayan anneler güvensiz ve duygusal açıdan yoksun kalmış insanlar olarak kabul edilirler.  Bu kadınların nasıl dayak attığına ilişkin anlatımlarında, öfkelenen bebek karşısında bir yengi kazanma unsuru vardır. Aynı örüntü, erkek çocuğunu kız gibi giydiren ya da tersini yapan  annelerde de görülür. Erkek çocuğun bir kız gibi davranmaması durumunda annenin sevgisinin geri çekilmesi tehdidi ve intikam duygusu her zaman vardır. Bu anneler, çocuğun toplumsal cinsiyetini kabullenememiştir ve denetleyici gücünü çocuğa farklı bir toplumsal cinsiyet vermek üzere kötüye kullanmıştır.

Wellon, anneliğin bazen bilinçdışı sapkın nedenlerle seçildiğini öne sürer. Kadın, anneliğe ulaştığında efendi konumuna ulaştığını bilecektir. Bu efendi,taleplerine yalnızca duygusal değil, biyolojik açıdan da boyun eğmek zorunda olan bir başka varlığın tam denetimini elinde tutacaktır. Aslında kendini yetersiz ve güvensiz hisseden kimi kadınların, duygusal beslenmenin tek yolunu bir çocuk olarak gördüğü ve fiziksel sevgiye açlığını o çocukla karşılamaya çalıştığı genel olarak kabul edilmektedir. Welldon, anneliğin bir sapkınlık haline gelmesinin, iç-zihinsel yapıların çökmesinin bir sonucu olduğunu düşünmektedir. Bu kadına göre, çevresinde herhangi bir yardım alacağı ya da destek göreceği bir dünya yoktur ve o yüzden sapkın davranışlara yönelir. Bu da ters teperek kendisini daha da güçsüz hissettirir. Bebeği üzerindeki fiziksel ve duygusal yetkisi sayesinde kadın, sapkın davranışlarını ulaşabileceği tek güç kaynağı olarak görür. Bu nedenle sapkın annelik, en azından üç kuşak boyunca devam eden bir sürecin sonucunda ortaya çıkardığı duygusal dengesizliğin ve yetersiz bireyleşmenin bir ürünü kabul edilmelidir.


Bir süre önce, belli sıkıntıları olan kadınlara ilgimi bilen ve başka bir ülkeden bir kadın, benimle bağlantı kurdu. Bence benimle konuşmasının nedeni, duyduğu aşırı kaygıya artık katlanamamasıydı ve benim ondan başka bir yerde yaşıyor olmam gizlilik konusunda ona fazladan bir güvence veriyordu.
    Otuz sekiz yaşında ama daha genç duran, zeki, dış görünüşü derli toplu bir kadındı. Sıkıntısını zorlukla ve acıyla da olsa anlatabiliyordu. Benim kadın olmamın, yılardır içinde sakladığı korkunç bir sırrı bana açmasını olanaklı kıldığını söyledi. Belki onu anlayabileceğimi veya en azından ona vereceğim tepkinin empatik olacağını düşündüğünü de ekledi.
    Onun neden bu kadar kaygılı olduğunu başlangıçta açıkça değerlendiremedim. Yirmi bir yaşındaki oğlundan ve onun evden ayrılmaya karar vermesinden telaş içinde söz ediyordu. Başlangıçta oğlunun iyiliğini düşünmek gibi görüne tutumunun, tamamen yalnız kalmaktan duyduğu yoğun umutsuzluğun bir ifadesi olduğu sonradan ortaya çıktı. Kadın, bu olayı, gerçekten de yaşamını sonu gibi görüyordu.
    Nihayet bana kişisel geçmişini anlattı.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=357.0 okumak için tıklayınız

ÇEKİRDEK CİNSEL KİMLİK / CİNSEL KİMLİK BUNALIMI: TRANSSEKSÜELLER


Otto F. Kernberg Aşk İlişkileri kitabından alınmıştır.

Çekirdek Cinsel Kimlik


 Money ve Ehrhardt (1972), erkek ve kız çocuklar arasında hiç ayrım yapmadıklarına inanıyor olsalar bile, anne ve babaların normal koşullarda çocuklarına karşı davranışlarda cinse belirlenimli farklılıklar sergilediklerine ilişkin deliller sunmuştur. Doğum öncesi hormon tarihi temelinde eril/dişil farklılıkları olsa bile, bu farklılıklar otomatik olarak doğum sonrası erkek/dişi davranış farklılaşmasını belirlemez: Erkeklerdeki dişileştirici hormonal patoloji ve kadınlardaki erkekleştirici hormonal patoloji, aşırı derecedeki hormonal anormallik koşulları dışında, cinsel rol kimliğini çekirdek cinsel kimlikten daha çok etkileyebilir.
 Doğum öncesi dönemde bir kız çocuğundaki aşırı androjen miktarı, örneğin, erkeksi davranışlardan ve artan oranda enerjinin eğlenceyle saldırganlığa harcanmasından sorumlu olabilir. Bir oğlan çocuğundaki doğum öncesi yetersiz androjen uyarması belli bir pasiflik ve saldırganlık yokluğuna neden olabilir ama çekirdek cinsel kimliği etkilemez. Bundan başka, tereddüde yer bırakmayacak biçimde ya kız ya da oğlan çocuğu olarak yetiştirilen hermafrodit (çifti cinsiyetli) çocuklar, genetik donanımları, hormonal üretimleri ve hatta, bir dereceye kadar, genital gelişmenin dış görünüşü ne olursa olsun, yetiştirilme pratikleriyle uyum içinde kesin bir erkek ya da dişi kimlik geliştireceklerdir. (Money ve Ehrhardt 1972; Meyer 1980). Stoller (1975b), Person ve Ovesey (1983, 1984) çocukla anne baba etkileşimindeki erken dönemli patolojiyle çekirdek cinsel kimliğin güçlenmesi arasındaki ilişkiyi irdelemektedir. Transseksüelliğin, yani bariz olarak belirli bir biyolojik cinsiyeti olan bireylerde bu biyolojik cinsiyetin aksine bir çekirdek cinsel kimliğin yerleşmesinin, genetik, hormonal ya da genital fiziksel anormalliklerle ilişkili olmadığı görülmüştür. Özellikle dişi transseksüellerde, küçük bazı biyolojik değişkenler üzerine yapılan araştırmaların bazı olası hormonal etkileri ortaya çıkarmasına rağmen, deliller ağırlıklı olarak erken dönemlerdeki psiko-sosyal etkileşimlerdeki şiddetli patolojiye işaret ediyor.
 Bu anlamda, transseksüel yetişkinlerin tarihi kadar anormal cinsel kimlikli çocuklar üzerinde yapılan psikanalitik araştırmalar, ilk kez Stoller’in (1975b) tanımladığı önemli kalıplar hakkında bilgi sağlamıştır. Bu kalıplar içinde, erkek transseksüeller (kendilerini bir kadın çekirdek kimliğine sahip hisseden biyolojik erkekler) açısından, edilgen veya kocasından uzakta yaşayan ve simgesel bir bütünlük kaynağı olarak oğlunun üstüne titreyen, güçlü biseksüel kişilikli bir anne vardır. Oğlan çocuğunun erkekliğini zımmen ortadan kaldıran bu rahat ve huzurlu simbiyoz yaşam hem çocuğun anneyle aşırı özdeşleşmesinde hem de anne için kabul edilemez ve babanın da yeterince temsil edemediği erkek rolünün reddine yol açar. Dişi transseksüellerde, annenin reddedici tavrı ve babanın uzakta olması,  küçük bir kız çocuğu olarak destek görmediği hissine kapılan kızı bir erkek ikamesi olmaya ve annesinin yalnızlık ve bunalım duygusunu gidermeye iter. Onun erkeksi davranışı böylelikle umutsuzluğunu aşacak olan anne tarafından yüreklendirilir ve aile dayanışmasının artışına katkıda bulunur.
 Çekirdek cinsel kimliği ve genelde cinsel faaliyeti etkileyen erken dönemli anne baba (özellikle de anne) davranışı yalnız insanlara özgü değildir. Primatlar üzerine yaptıkları klasikleşmiş çalışmalarında Harlow ve Harlow (1965) göstermiştir ki, bebekle anne arasında güvenli ve fiziksel olarak yakın bağlantı aracılığıyla kurulan doyurucu bir ilişki yetişkin maymunlarda normal bir cinsel karşılığın gelişmesi için vazgeçilmezdir: Normal anne ilgisinin olmaması ve tali olarak da, kritik gelişme aşamalarında akran gruplarıyla etkileşimin yokluğu daha sonraki yıllarda yetişkinlere uygun cinsel tepki geliştirme kapasitesine zarar verir. Bu maymunlar öteki toplumsal etkileşimlere de uyum göstermez.
 Freud (1905, 1933) iki cinsin de psikolojik bakımdan biseksüel olduğu iddiasında bulunmakla birlikte, hem erkek hem de kız çocukları için ilk genital kimliğin eril olduğunu ileri sürmüştür. Freud’a göre; başlangıçta penise paralel bir haz kaynağı olarak klitorise sabitlenmiş kız çocukları ilksel genital özdeşleşmelerini /ve içkin olarak homoseksüel ilgilerini) bir penise sahip olamamanın verdiği hayal kırıklığının, kastrasyon endişesinin ve simgesel olarak bir penis yerine babadan bir çocuk yapma isteğinin bir ifadesi olarak pozitif bir ödipal yönelim içinde anneden babaya kaydırır. Ne var ki, Stoller’a göre, anneyle olan güçlü bağ ve simbiyoz ilişki veri alındığında, hem erkek hem de dişi bebeklerin ilk kimlikleri dişidir; aşamalı bir biçimde, ayrılma-bireyleşme sürecinin bir parçası olarak, erkek bebekte dişil kimlikten eril kimliğe doğru bir kayma görülür. Ama Person ve Ovesey, homoseksüel eğilim taşıyan hastalar, transvestizm ve transeksüelizm üzerine yaptıkları araştırmalar temelinde, en başında erkek ya da dişi olan orijinal bir cinsel kimlik ortaya atmışlardır. Bana göre bu yazarların görüşü Money ve Ehhardt’ın (1972) ve Meyer’in (1980) hermafroditlerdeki çekirdek cinsel kimlik üzerine çalışmalarıyla uyumlu olduğu gibi, yaşamın başından beri anneyle (erkek ve dişi) bebeklerin etkileşimi üzerine gözlemlerle ve cinsel sorunları olanlarla birlikte normal çocuklar üzerine yapılan psikanalitik gözlemlerle, özel olarak anne babaların bilinçli ve bilinçdışı cinsel yönelimlerini ele alan çalışmalarla da (Galenson 1980; Stoller 1985) uyumludur.
 Braunschweig ve Fain (1971, 1975), Freud’un iki cinsiyetin de başlangıçtaki psikolojik biseksüelliği hipoteziyle aynı doğrultuda; bebeğin hem anne hem de babayla bilinçdışı özdeşleşmesinden, çekirdek cinsel kimliğin kurulduğu anne-bebek etkileşiminin doğası tarafından kontrol edilen biseksüel özdeşleşmeden türeyen bir psikolojik biseksüellikten yana inandırıcı argümanlar ileri sürmüştür. Money ve Ehrhardt’a göre, ‘baba yemek pişiriyor ve anne de traktör sürüyorsa’ bu mesele değildir; yani, cinsel kimlikleri net olarak farklılaştığı müddetçe anne babanın toplumsal olarak tanımlanmış cinsel rolleri bir anlam ifade etmez.
 Bir çekirdek cinsel kimlik tayini ve benimsenmesi, pratik amaçlarla, erkek ya da dişi olarak görülen cinsel rollerin güçlenmesini belirler. Hem anne hem de babayla bilinçdışı bir özdeşleşme –psikanalitik araştırmaların evrensel bulgusu olan bilinçdışı bir biseksüellik- aynı zamanda toplumsal olarak cinslerden biri ya da diğerine atfedilmiş rollerle bilinçdışı özdeşleşme anlamına geldiği oranda, biseksüel tavırlar ve davranış kalıpları, evrensel bir insani potansiyel olarak biseksüellik yönünde güçlü eğilimler söz konusudur. Çekirdek cinsel kimliğe güçlü toplumsal ve kültürel vurgular (‘Sen ya küçük bir oğlan ya da küçük bir kız çocuğu olmalısın’) genelde bir kişisel kimlik oluşturma ve o kimliği pekiştirme yönündeki intra-psişik ihtiyaç tarafından destekleniyor ya da belirleniyor da olabilir, böylelikle çekirdek cinsel kimlik çekirdek ego kimliği oluşumunu sağlamlaştırır; aslında Lichtenstein’a (1961) göre cinsel kimlik ego kimliğin çekirdeğini oluşturuyor olabilir. Klinik bakımdan, kimlik bütünlüğünün yokluğu (kimlik dağılması sendromu) hep cinsel kimlik sorunlarıyla yan yana görülür ve Ovesey ve Person’ın (1973, 1976) vurguladığı gibi, transseksüeller genelde diğer kimlik alanlarında da şiddetli zikzaklar çizer.

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1259.0