23 Aralık 2012 Pazar

Lezbiyen ilişki içerikli soruya soruşturma



LEZBİYEN İLİŞKİYİ ANLATAN SORU


Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nihat Kanbur, Hukuk Fakültesi öğrencilerine soruyu yazılı olarak şöyle sordu:

"Bir kozmetik mağazasında çalışan ve eşcinsel eğilimleri olan Azgine, aynı mağazadaki çalışma arkadaşı 17 yaşındaki Safsalake’yi çok beğenmektedir. Bir haftasonu Safsalake’yi akşam yemeğine davet eden Azgine, onunla yemek sırasında alkol alır ve eşcinsellik içerikli fıkralar anlatır ve sıradan ilişkilerden hoşlanmadığını, erkeklerin kadınları anlamadığını, değişik fanteziler yaşamak gerektiğini ve kadın kadına eşcinsel bir ilişkinin çok keyifli olduğunu söyleyerek, onunla birlikte olmak istediğini söyler. Bu teklife çok şaşıran Safsalake, aslında bu durumu çok merak ettiğini ve bir kereden bir şey olmayacağını belirterek teklifi kabul eder. Gece boyunca Azgine, Safsalake’nin vücudunun mahrem yerleri dahil tüm bölgelerine dokunur, okşar ve öper. Kendisine de aynı şeylerin yapılmasını ister ve Safsalake de Azgine’ye aynı fiilleri yapar.

Gecenin sonuna doğru daha da ileriye gitmek isteyen Azgine, cinsel fantezi ürünleri satan bir mağazadan aldığı yapay erkeklik organını kullanarak Safsalake ile birleşmek istediğini söyler. Safsalake bakire olduğunu belirterek bu teklifi reddeder. Bunun üzerine Azgine, anüs yoluyla birleşmeyi teklif eder. Bunun ilginç bir tecrübe olacağını düşünen Safsalake teklifi kabul eder ve Azgine yapay erkeklik organının kemerini beline dolar ve yapay erkeklik organını kullanarak Safsalake ile birleşir. Ertesi gün kızının Azgine ile yaşadıklarını öğrenen anne Eyvahe ile baba Garibane, birlikte savcılığa giderek olayı anlatırlar ve Azgine’den şikayetçi olurlar. Olaydaki bilgiler ışığında ilgili suç/suçlara ilişkin tüm tartışmaları da dikkate alarak olayı değerlendiriniz."

Lezbiyen ilişki içerikli soruya soruşturma

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Hukuk Fakültesi'nde Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nihat Kanbur hakkında, Ceza Hukuku Özel Hükümler dersinin sınavında öğrencilere, 'Azgine' ve reşit olmayan 'Safsalake' adını verdiği hayali iki kadın üzerinden kurguladığı lezbiyen ilişkiyi çok ayrıntılı olarak anlattığı soru nedeniyle soruşturma açıldı.

Yrd.Doç.Dr. Kanbur, kendisini, "Türkiye’de işlenen suçların yüzde 50’si cinsel suçlar. Hukuk Fakültesi öğrencileri savcı, hakim, avukat olacak. Bunların nasıl çözümlemelere tabi olacağını öğrenmeleri lazım" diye savundu.

AÜ Hukuk Fakültesi’nde Ceza Hukuku Özel Hükümler dersinin 19 Kasım tarihinde yapılan ara sınavındaki bir soruda Yrd.Doç.Dr. Mehmet Nihat Kanbur, hayali iki kişilik üzerinden cinsel içerikli suçlara ilişkin bir soru yöneltti. Yrd. Doç. Dr. Kanbur sorusunda, bir kozmetik mağazasında çalışan eşcinsel eğilimleri olan ’Azgine’ ile aynı mağazadaki çalışma arkadaşı 17 yaşındaki ’Safsalake’yi evine götürerek lezbiyen ilişkiye girdiği ve ardından da yapay erkeklik organı ile Safsalake ile anüs yoluyla birleştiğine ilişkin 40 puan değerindeki sorusunda, ikili arasındaki olanları ayrıntılı anlattı.

LEZBİYEN İLİŞKİYİ ANLATAN SORU

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nihat Kanbur, Hukuk Fakültesi öğrencilerine soruyu yazılı olarak şöyle sordu:

"Bir kozmetik mağazasında çalışan ve eşcinsel eğilimleri olan Azgine, aynı mağazadaki çalışma arkadaşı 17 yaşındaki Safsalake’yi çok beğenmektedir. Bir haftasonu Safsalake’yi akşam yemeğine davet eden Azgine, onunla yemek sırasında alkol alır ve eşcinsellik içerikli fıkralar anlatır ve sıradan ilişkilerden hoşlanmadığını, erkeklerin kadınları anlamadığını, değişik fanteziler yaşamak gerektiğini ve kadın kadına eşcinsel bir ilişkinin çok keyifli olduğunu söyleyerek, onunla birlikte olmak istediğini söyler. Bu teklife çok şaşıran Safsalake, aslında bu durumu çok merak ettiğini ve bir kereden bir şey olmayacağını belirterek teklifi kabul eder. Gece boyunca Azgine, Safsalake’nin vücudunun mahrem yerleri dahil tüm bölgelerine dokunur, okşar ve öper. Kendisine de aynı şeylerin yapılmasını ister ve Safsalake de Azgine’ye aynı fiilleri yapar.

Gecenin sonuna doğru daha da ileriye gitmek isteyen Azgine, cinsel fantezi ürünleri satan bir mağazadan aldığı yapay erkeklik organını kullanarak Safsalake ile birleşmek istediğini söyler. Safsalake bakire olduğunu belirterek bu teklifi reddeder. Bunun üzerine Azgine, anüs yoluyla birleşmeyi teklif eder. Bunun ilginç bir tecrübe olacağını düşünen Safsalake teklifi kabul eder ve Azgine yapay erkeklik organının kemerini beline dolar ve yapay erkeklik organını kullanarak Safsalake ile birleşir. Ertesi gün kızının Azgine ile yaşadıklarını öğrenen anne Eyvahe ile baba Garibane, birlikte savcılığa giderek olayı anlatırlar ve Azgine’den şikayetçi olurlar. Olaydaki bilgiler ışığında ilgili suç/suçlara ilişkin tüm tartışmaları da dikkate alarak olayı değerlendiriniz."

İNCELEME SORUŞTURMAYA DÖNÜŞTÜ

Porno içerikli kelime ve hikaye kullandığı için şikayet edilen Yrd.Doç.Dr. Mehmet Nihat Kanbur hakkında önce inceleme başlatıldığı, ardından inceleme soruşturmaya dönüştürüldü. Soruşturma sonunda öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Kanbur hakkında uyarı, kınama, maaştan kesme, üniversiten çıkarma veya kamu görevinden çıkarma cezaları verilebileceği belirtildi.

SORUŞTURMA NEDENİ ANLATIM BİÇİMİ

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nihat Kanbur’un bu sorusu üzerine öğrenci ve öğrenci velilerinden şikayetler aldıklarını belirten Rektör Yardımcısı ve Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Muharrem Kılıç, bu şikayetler üzerine önce bir inceleme başlatıldığını ve sonucunda da soruşturmaya dönüştürüldüğünü söyledi.

Hukuk sınavlarında kurgusal olay soruları olduğunu belirten Prof.Dr. Kılıç, soruşturma açılmasına bu soruda kullanılan isimler, olayın anlatım biçimi ve kullanılan ifadelerin neden olduğunu kaydetti.

BUNLARIN ÖĞRETİLMESİ GEREKİR

Ceza Hukuku alanında üniversitenin Hukuk Fakültesi’ndeki tek öğretim üyesi olduğunu belirten Yrd.Doç.Dr. Mehmet Nihat Kanbur, soruda çok ciddi suç karmaşaları olduğunu belirterek kendisini şöyle savundu:

"Türkiye’de işlenen suçların yüzde 50’si cinsel suçlar olduğu için dolayısıyla Hukuk Fakültesi öğrencileri savcı, hakim, avukat olacak. Bunların nasıl çözümlemelere tabi olacaklarını öğrenmeleri lazım. Bu tarz mizansenler olur, birçoğu Yargıtay kararlarına dayatılır. Olay biraz da esprilere dökülür. Aynı isimli öğrenci varsa rahatsız olmasın diye gerçek isimler seçilmez. Önüne böyle bir olay gelen savcı adayı bunları bilmez ise nasıl ceza hukuku oluşacak? Bu konunun soruşturmaya neden olması üzüntü verici bir durum."

AVUKAT BİLGİN: HUKUKTA AYIP OLMAZ

Antalya Barosu avukatlarından Mustafa Murat Bilgin, çağdaş toplumlarda hukuk fakültelerinin bireylerin birbirleriyle, kurumlarla, devletle aralarındaki ihtilafları, sorunları çözümleyen uygulayıcılar hakim, savcı, avukatları yetiştiren eğitim kurumları olduğunu söyledi.

Günümüzde özellikle ağır ceza mahkemelerindeki davalarda birçok suçun özellikle bu sınavda sorulan cinsel istismar içerikli sorular gibi olduğunu belirten Avukat Bilgin, "Nasıl ’Tıpta ayıp yoktur’ deniyorsa, hukuk fakültelerinde de aynısı geçerli olmalı. Çünkü hukuk fakültelerinin gerektiği ölçüde gereken ayrıntılara girmek suretiyle bu bilgileri öğrencilerine vermek zorunda olduğunu düşünüyorum. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Öğrencilik yıllarımızda çok daha abartılı sorularla karşılaştık. Bu sınav girenler hukuk fakültesi öğrencisi. İleride hakim, savcı, avukat olacaksa tabii ki bunları bilecek" diye konuştu.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22213134.asp

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1180.0

17 Aralık 2012 Pazartesi

Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna ve Eşcinsel Erkekler

Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna

BABA-OĞUL

Demek babam ölmüştü. Bunu hakikatte bu kadar geç idrak ettiğimden dolayı büyük bir utanma duydum. Gerçi babamı gerçek bir muhabbetle sevmem için de ortada bir sebep yoktu; onunla aramızda daima bir yabancılık mevcut kalmıştı ve birisi bana: ‘Senin baban iyi bir adam mıydı?’ diye sorsa, verecek cevap bulamazdım. Çünkü iyiliği ve fenalığı hakkında bir fikir sahibi olacak kadar onu tanımıyordum. Babam benim için ‘insan’ olarak hemen hemen hiç mevcut değildi: yalnız ‘Baba’ dedikleri mücerret bir mefhumun  insan şeklinde görünüşüydü. Akşamları kaşlarını çatarak sessiz sedasız eve giren ve ne bizi ne annemizi hitaba layık görmeyen, saçsız başlı değirmi ve kır sakallı adamla, Havuzlu kahvede göğsünü bağrın ı açıp gülüşerek ayran içtiğini ve küfür savurarak tavla oynadığını gördüğüm kimse bence birbirinden tamamıyla ayrıydı… Bu ikincisinin babam olmasını ne kadar isterdim…. Halbuki o halinde bile beni görünce derhal yüzü ciddileşir:
‘Ne dolaşıyorsun buralarda?...’ diye bağırırdı. ‘Haydi, kahve ocağına var, bir şerbet iç de mahalleye dön, orada oyna!’
Büyüdüğüm, askere gidip geldiğim zaman bile bana karşı muamelesi değişmemişti. Hatta nedense ben akıllandığımı zannettikçe onun nazarında daha küçülüyor gibiydim. Bu sefer benim ikide birde ileri sürdüğüm şahsi fikirlerime ve mütalaalarıma biraz da istihfafla bakıyordu. Son zamanlarda her arzuma muvafakat edişi, münakaşa etmeye tenezzül etmeyecek kadar bana ehemmiyet vermediğinin bir alametiydi. Bütün bunlara rağmen kafamda, onun hatırasını kirletecek bir şey yoktu. Onun boşluğunu değil, fakat yokluğunu hissedecektim.
KADIN-ERKEK
Demek ki beni bir türlü  sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar çok acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar aşk çehresi altında görünüyordu. Fakat böyle düşünmekle Maria’ya karşı haksızlık ettiğimi çabuk anladım. Onu, her şeye , bu çeşit bir mahluk addedemezdim. Sonra onun da ne kadar ıstırap çektiğini görmüştüm. Sırf bana acıdığı için bu kadar üzülmesine imkan yoktu. O da aradığı ve bulamadığı bir şeye yanıyordu. Fakat bu neydi? Bende, daha doğrusu aramızdaki münasebette eksik olan neydi?
Bir kadının  bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey.
Bunun böyle olmaması lazımdı. Fakat, Maria’nın da dediği gibi, yapılacak bir şey yoktu; hele benim tarafımdan…
Onun bana böyle yapmaya ne hakkı vardı? Senelerden beri, boşluğunu apaçık görmeden, şöyle böyle ömür sürmüş, insanlardan kaçsam bile, bunu tabiatımın acayipliğine vermiş, sürüklenip gitmiştim, fakat beni memnun edecek hayat hakkında bir fikrim yoktu. Yalnızlığımı hissediyor ve üzülüyordum fakat bundan kurtulmanın mümkün olabileceğini ummuyordum.


Özet:

Kahraman-anlatıcı, Ankara’da işsiz kaldığı bir gün, sokakta eski arkadaşlarından Hamdi Bey’le karşılaşır. Hamdi Bey, bir şirkette müdür yardımcılığı görevine getirilmiştir. Kahraman-anlatıcının işsiz olduğunu öğrenince ona şirkette bir iş verebileceğini söyler. Ertesi gün şirkete giden kahraman-anlatıcıya bir iş verir ve orada çalışan mütercim bir memur olan Raif Efendi ile aynı odada çalışmasını ister. Haftalarca aynı odada çalışmalarına rağmen, iki memur arasında bir yakınlık ve samimiyet gerçekleşmez. Bir gün, Raif Efendi’nin yaptığı çevirinin memurlar tarafından unutulması üzerine Hamdi Bey feci bir şekilde Raif Efendi’yi azarlar. Raif Efendi de, Hamdi Bey gittikten sonra onun resmini yapar. Bu resimde başarılı bir insan tahlili gören kahraman-anlatıcı, bundan sonra Raif Efendi’ye daha farklı bir nazarla bakmaya başlar.
Raif Efendi’nin hastalanıp bir hafta işe gitmemesi üzerine, tercüme edilmesi gereken bir yazıyı kahraman-anlatıcı onun evine götürür ve ailesini de yakından tanıma imkânı bulur. Raif Efendi, bir şubat günü ağır bir şekilde hastalanır ve işe gitmez. Bu sefer durumu ciddi olan Raif Efendi, kahraman-anlatıcıdan iş yerinde eşyalarını toplamasını ister. Eşyaları Raif Efendi’ye getiren kahraman-anlatıcının bir defter dikkatini çeker. Raif Efendi, kahraman-anlatıcıdan bu defteri sobada yakmasını ister. Defterde mühim şeylerin yazıldığını düşünen kahraman-anlatıcı, Raif Efendi’yi ikna ederek defteri alır, oteline gider ve defteri okumaya başlar.
Romanın ikinci olay örgüsünü Raif Efendi’nin hatıra defterine yazdıkları oluşturur. Havranlı bir aileye mensup olan Raif Efendi, çocukluğunda çekingen ve ürkek bir çocuktur. Akranlarıyla iletişim kurmakta zorlandığı için yalnızlığını kitap okuyarak ve resim yaparak gidermeye çalışır. Güzel Sanatlar Akademisi’ni okumak için İstanbul’a gelir ve eğitimini tamamlamadan buradan ayrılır. Maddi durumu iyi olan babası, Raif Efendi’yi sabunculuk tekniğini öğrenmesi için Almanya’ya gönderir. Burada, sabunculukta ileri bir tekniğe sahip olan fabrikaya gitmek yerine, müzelere ve resim galerilerine giderek vaktini geçirmeye çalışır.
Bir senedir burada olan Raif Efendi, bir gün bir resim galerisinde gördüğü Kürk Mantolu Madonna tablosundan etkilenir. Günlerce sadece bu tabloyu seyretmek için galeriye gider. Sonunda tablonun sahibi Maria Puder’le tanışır ve ona âşık olur. Bir yılbaşı günü Maria’yla birlikte olur. Ancak, bu birliktelikten sonra Maria’nın isteği üzerine birkaç gün görüşmezler. Onsuz bir yaşama dayanamayan Raif Efendi, Maria’nın hastahaneye kaldırıldığını öğrenir. Hastalığı müddetince ona bakar ve tekrar güvenini kazanır. Maria’yla ilişkisinin tam rayına oturduğu bir zamanda memleketinden bir telgraf alır. Telgrafta babasının öldüğü ve derhal memlekete gelmesi gerektiği yazılıdır. İşlerini düzelttikten sonra Maria’yı da memleketine getireceği sözünü veren Raif Efendi, Almanya’dan ayrılır.
Maria Puder’le düzenli olarak mektuplaşır. Ancak belli bir zaman sonra Maria Puder, Raif Efendi’ye mektup yazmaz. Raif Efendi kandırıldığını düşünerek bir başka kadınla evlenir ve çocukları olur. Ankara’da bir gün, Almanya’dayken pansiyonunda kaldığı Maria Puder’in akrabasıyla karşılaşır. Ona Maria Puder’le ilgili imalı sorular sorunca Maria’nın on sene önce hastalandığını, hastalığına rağmen bir çocuk dünyaya getirdiğini ve babasının da bir Türk olduğunu öğrenir. Kadının isim vermediği bu Türk’ün kendisi olduğunu anlayan Raif Efendi, kadının yanında olan 8-9 yaşlarındaki kızına bakar. Bir dakika sonra tren hareket eder ve bu şokla Raif Efendi de hatıra defterine bunları yazmaya başlar. Defteri okuyan kahraman-anlatıcı, onun iç dünyasının ne kadar zengin olduğunu anlar. Defteri vermek için Raif Efendi’nin evine gittiği zaman ailesi onun öldüğünü söyler.

Kürk Mantolu Madonna – İnceleme
Kürk Mantolu Madonna
Meğer ben ne eksikmişim
 seni okuyana kadar


Kürk Mantolu Madonna
İki ay kadar önce okudum Sabahattin Ali'nin bu kitabını. Adını çok duymuştum ama bir türlü fırsatım olmamıştı okumaya. Meğer kitap kendi yaratıyormuş zamanı. Okuyucunun tek yapması gereken kitabı eline almakmış. Yüksek lisans derslerinin ödevleriyle boğuşurken biraz kafamı dağıtmak için kitabı elime aldığımda anladım bunu. Bir kaç sayfa okuyup ödevin başına dönmekti amacım. Kitabı elime aldığımda saat akşam sekizi biraz geçiyordu. Kitabı kapattığımda ise geceyarısına yarım saatten biraz fazla vardı. Kafa dağıtmak niyetiyle başladığım kitabı bir solukta okumuş, rahatlamışlık hissi yerine Maria Puder ve Raif Efendi için üzülür bulmuştum kendimi.

Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali'nin 1943 yılında kaleme aldığı bir roman. Öylesine sade, öylesine içten ve öylesine derin bir aşkın romanı. hayatımda okuduğum en şahane romanlardan biri Kürk Mantolu Madonna. Kitabı kapatır kapatmaz karar verdim buna. Kürk Mantolu Madonna'yı okumayan her okuyucu gibi eksikmişim ben. Tamamlandığımı hissettim. Sabahattin Ali'ye Maria Puder ve Raif efendi eşliğinde teşekkür ettim.


Ah Raif efendi... Sen masanda oturmuş, büyük bir özenle sıkıcı çevirileri yaparken ne fırtınalar kopuyormuş içinde meğer. Kim bilebilirdi ki dairenin işinde gücünde, kendi halinde Raif efendisinin neler yaşadığını sen anlatmasan...

Ah Maria Puder... Kürk Mantolu Madonna... Bir tablodan çıktın sen. Kendi ellerinle yaptığın bir tablodan. Uzun sessizliklerin oldu, kederli bakışların oldu, gitmek istedin ama gidemedin. İyi ki de gitmemişsin. O kürk senden başka kimsenin omuzlarında böyle güzel durmazdı...

Kitabı okurken bir Maria Puder oldum bir Raif efendi. Zaten üçüncü bir göz gibi okunmaz ki bu kitap. Birinden birinin gözleri olmalısın öyle bakmalısın, birinden birinin kalbi olup çarpmalısın. Kitabı okumayanlar için çok detay vermek istemiyorum. Zaten bu kitap da anlatılmaz yaşanır. O yüzden okumadıysanız en kısa zamanda okumaya başlayın. Kim bilir belki siz de henüz farkında olmadığınız eksikliği hissedersiniz.


İsmail alacaoğlu
"İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.
....
hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden herşeyi bırakıp kaçarlar.
...
muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu"


Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna
Hızlı hızlı otele döndüm. kahvenin gramofonu ve Auriyeli kadının şarkısı kesilmişti. Arkadaşım yatağına uzanmiş kitap okuyordu. Bana yandan bir göz attı:

"Ne o, çapkınlıktan mı geliyorsun?" dedi.

İnsanlar birbirlerini ne kadar iyi anliyorlardi... bir de ben bu halimle kalkip ba$ka bir insanin kafasinin icini tahlil etmek, onun duz veya kari$ik ruhunu gormek istiyordum. dunyanin en basit, en zavalli, hatta en ahmak adami bile, insani hayretten hayrete du$urecek ne muthi$ ve kari$ik bir ruha maliktir!.. nicin bunu anlamaktan bu kadar kaciyor ve insan dedikleri mahluku anla$ilmasi ve hakkinda hukum verilmesi en kolay $eylerden biri zannediyoruz? nicin ilk defa gordugumuz bir peynirin evsafi hakkinda soz soylemekten kacindigimiz halde ilk rast geldigimiz insan hakkinda son kararimizi verip gonul rahatiyla oteye geciveriyoruz?
bir kadın, tren penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. göz mü mühim, kömür parçası mı? asıl hayat teferruattan ibarettir. bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyor.

şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum." dedi. "bu eksiklik sana değil, bana ait...bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar.... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum...içimde müthiş bir arzu var... bir iyi olsam!

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1176.msg2783#msg2783

16 Aralık 2012 Pazar

EŞCİNSELLİĞE DEĞİL BU ZİHNİYETE TERAPİ LAZIM


Eşcinselliğe değil bu zihniyete terapi lazım
PINAR ÖĞÜNÇ - pinar.ogunc@radikal.com.tr

26/12/2011

Translara kılıçla saldırılan bir ülkede, eşcinselleri tedavi edebileceğini söyleyen diplomalı psikologlar var.

Posta kutusuna düşen mesajın başlığı ‘Lezbiyen terapi’ydi. Hüseyin Kaçın isimli psikolog, mahir olduğu terapi türünü tanıtıyordu.
 Kişisel web sitesinde ‘sigara bırakma’, ‘sosyal fobi’ ‘sınav kaygısı’ gibi konu başlıklarından ayrı olarak ‘eşcinsel terapi’ bölümü açılmış. Şöyle diyeyim, www.escinselterapi.net yazdığınızda, doğrudan www.huseyinkacin.com açılıyor. Bu terapi çeşidi, o derece alametifarikası yani kendisinin.
 Sitenin forum kısmında kâh psikoloğumuzun kaleminden, kâh kendisine başvuranların ağzından dökülenleri okuyabiliyorsunuz. Şüpheci yanımı bastırıp orada okuduğum bütün hikâyeleri doğru kabul edeceğim. Mesele başka çünkü.
 “Eşcinsel olmayı kabul etmek demek, size çocuk yaşta cinsel tacizde bulunan insanı haklı çıkartmak demektir”, “Eşcinsellik, özgür bir tercihin değil, genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve anne-baba ihmallerinin sonucu gelişen bir durumdur” tespitleri Kaçın’ın konuya dair temel fikrini özetliyor.

Çaydanlıkla oynamak ne?
 Katıldığı bir TV programında eşcinsellik kastedilerek “Bu doğuştan olan bir sıkıntı mı” diye soruluyor. ‘Hastalık’ deyince bir alınganlık doğduğu için ‘ruhsal ve cinsel bir eğilim bozukluğu’ tarifini tercih ediyor Kaçın.
 Özgürlük fikriyle eşcinselleri aşağılamayı harmanladığı hakikaten çok ilginç bir çıkarsaması da var: “Kendi özgür seçimiyle eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere tedavi imkânı sağlamamak, ‘Bu tedavi edilebilen bir hastalık değildir’ demek, gerçekte eşcinselleri küçük düşüren ve ahlaki olmayan bir tutumdur.”
 Forumda “Ne kadar zamanda geçer”, “Seansı ne kadar”, “Şunu yaptım, böyle hissettim, ben eşcinsel miyim” türü sorular yöneltilmiş. Psikolog Kaçın da cevap veriyor mesela: “Hayır, çocukken çaydanlıkla oynamak kadınsı davranış değildir.”
 Memnuniyet ifşaatları da bir acayip: “Ben bile kendime inanamıyorum, geçen hafta gerçekleştirdiğimiz terapiden sonra kadınlar artık ilgimi çekmiyor. Terapiden sonra lezbiyen ilişkilerin bana zarar verdiğini, aşırı derecede yıprattığını düşündüm ve sıkıldığıma karar verdim.” Haydi diyelim eşcinselliğin müsebbibi ağır çocukluk travmaları, bu kadar çabuk nasıl çözülüyor o zaman?

‘Benim Çocuğum’
 Çocukları bu ‘bozukluktan’ mustarip ailelerin çok dertli olduğunu söyleyen Hüseyin Kaçın, keşke LİSTAG- LGBTT Aileleri Grubu’yla tanışsa... Gerçi o, çocuklarının eşcinsel olduğunu öğrenen ailelerin panikle eşcinsel derneklerine koştuğunu, buralarda bu ‘sıkıntının’ giderilebileceğinin özellikle gizlenip ailelere durumu kabullenmelerinin öğütlendiğini söylüyor. Şikâyet ediyor bundan.
 LİSTAG’da aileler bir araya geliyor, konuşuyor, dertleşiyorlar. Bu noktaya gelene kadar çok zor günler de geçirmişler ama yeri geliyor çocuklarıyla eyleme gidiyorlar. Her ayın ilk perşembe akşamı gönüllü psikiyatrlardan destek alıyorlar. Evet, onlar terapi alıyor ama tam da çocuklarını ‘bozuk’ gören bu anlayıştan mustarip oldukları için. Bu zihniyettekilere kuracakları cümleleri bulmakta zorlandıkları için.
 Hüseyin Kaçın, “Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur” diyerek başlayıp sonra onları ‘düzeltme’ yöntemleri açıklıyor sitesinde. İşte onlara ‘hasta’ diyen bakanlar, ‘bozuk’ diyen hekimler var olduğu için huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gerginler halbuki.

 Geçen hafta bu ülkede bir grup trans kadına satırla ve kılıçla saldırıldı. Biri ağır yaralandı. Satır ve kılıç! Burada asıl tedaviye ihtiyacı olan kim?

Kaynak: Radikal - Yazarlar - Pınar Öğünç - Eşcinselliğe değil bu zihniyete terapi lazım

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=933.0

HEPİMİZ EŞCİNSELİZ HEPİMİZ LEZBİYENİZ


Konuşmadığımız bir şeyler vardı Hüseyin Kaçın’la. 2 yıldır beni çok iyi tanımasına ve benim de onu çok iyi tanımama rağmen (ya da böyle sandığım için) utanıyordum karşısında. Kendime bile itiraf edemediğim, dolaplara kilitlemeye çalıştığım gerçekleri nasıl olur da bir başkasına anlatacaktım. Hele de bir erkekle nasıl konuşacaktım ki bunu. İçim içimi yiyor, düşünceler zihnimi kemiriyordu. Şimdi bunu yaşayınca bir erkekle konuşmanın, bir kadınla konuşmaktan çok daha kolay olduğunu gördüm.
 Psikanalizde tesadüf diye bir şey yoktur. Hayatta da bunun olmadığını düşünmeye başladım artık. Günün bitmesine yakın yanına gittim Hüseyin Hocanın. Bütün gün katılmam gereken bir eğitim olduğu için akşam ancak vakit buldum gitmeye. Tahminim kendisinin seansı olduğu yönündeydi, ne olur seansı olsun diye içimden geçiriyordum ki, bir baktım odada oturuyor. Eh artık bana farz oldu bu seans. Zaten bugün seans günüydü ama ben nedense arayıp randevu alma cesaretini gösteremedim. Sanki Hüseyin Hoca da saf, anlamayacak bunu. Korkakça ve dürüst olmayan bir tavırla davranıyordum. Odadan içeri girer girmez seans yapma isteğim her halimden belli oluyordu aslında. Konuşmaya başladım sohbet tadında kayıt alacak mıyız dedi Sayın Kaçın, yoo dedim başta, sanki hiç terapi almamış gibi. Sonra baktık ki konuşmalar derinleşiyor, tarihin bu anlarını kaçırmamak lazımdı. Dedim içimden bas hoca düğmeye, zaten dökülmüşüm sana döküleceğim kadar. Ne zaman böyle korkakça davransam içime bir taş oturur zaten, sanki dünyada hiç yer bulamamış da gelmiş benim içime oturmuş gibi hissederim. Bir ağırlık, omuzlarımda ağrı, zor nefes alma, bunların hepsi içimde tuttuğum o korkuyu simgeleyen taşın verdiği ağırlık esasında. Ayrıca kendimi değersiz, beceriksiz, kaybeden, minicik bir pigme gibi de hissediyorum. Korkuyorum çünkü. A tabi biraz da aptal hissediyorum. Neyden korkuyorsun ki diye soruyorum kendime, kaybedecek neyim var? Neyse ki işinin ehli biriyle çalışıyorum. Sezgileri kuvvetli, halden anlayan, arı kovanına parmağını sokmaktan çekinmeyen biriyle çalışmak sizi beni bir noktada köşeye sıkıştırıyor. Bahane, mazeretler o odada işe yaramıyor. Bir taraftan da düşündüğümde son zamanlarda yaşadığım cesaret patlaması geliyor aklıma. Demek ki arada gidip gidip geliyorum. O gün yaşayamıyordum o patlamayı. Ta ki ayaklarım beni o odaya götürüp, bedenim o ikili siyah koltuğa oturup konuşmaya başlayıncaya kadar. Bu koltukta ne olduğunu da henüz çözemedim, şimdiye kadar orada oturan 1 danışan gördüm. Cesur çocuk doğrusu, ikili koltukta oturmak cesaret ister.
 Konuşma sıradan başladı. Birden ne olduysa derinleşti ilk defa yaşadığım bu duygusal eşcinsellik denilen, başkalarında incelediğim kendimde hiç var olduğundan şüphelenmediğim durumdan bahsettim. Tuhaf bir şeydi bu, tanımını bilip, bunu yaşayan kaç kişi tanıyıp kendimde olduğundan hiç şüphelenmemiştim şimdiye kadar. Halbuki cinsel kimliğimizi oturtturana kadar HEPİMİZ EŞCİNSELİZ. Ağır geçen her seansta ve sonrasında olduğu gibi bunu konuşmak ve yazmak oldukça zor oluyor. Sağ koluma felç inecek neredeyse. Durmadan devam etmek en iyisi. Seansta başkalarından bahsettikçe konudan uzaklaşıyordum, biraz da kasıtlı yapıyorum bunu galiba.Hüseyin hoca da konuyu oraya getirmiyor mu. Ay çıldıracağım. Çok şey bilen psikologla çalışmak da böyle bir şey. Mazoşistçe bir keyif bu: ). Bir yandan sinir oluyorum içten içe, bir yandan da oh be bu sorunu konuşmak bile halletmenin yarısı diye düşünüyorum. Konuşmak, anlaşılmak öylesine rahatlatıyor ki insanı. Ben adeta bazı anlarda orgazm olmuş gibi hissediyordum kendimi. Bir rahatlık, bir gevşeme, acım geçmiş, geçiyor, rahatlığı kalıyor gibiydi. Bir acı var, çoğalıyorlar, artıyorlar, ama bir yandan da beni güçlendiriyor, öldürmüyor. İndikçe iniyorum derine.
 Öylesine dipteki şeyler çıkmaya başladı ki, bilincinde olarak yaşamadığım ama şimdi düşündüğümde öyle olduğunu anladığım lezbiyen ilişkiden tutun da annemden bekleyip de göremedim, ya da eksik gördüğümü söyleyebileceğim sevgiye kadar geldi konuşmalar. Ne kadar da güçsüz ve acizmişim bir zamanlar. Nasıl da sığınmışım, sığınacak bir yer aramışım. Annemi hep kızan, bağıran, temizlik hastası bir kadın olarak hatırlıyordum. Çok kısa bir zamandır iyi anılar canlanıyor zihnimde. Az da olsa bunların var olduğunu hatırlamak güzel tabi. Üniversite okumasına rağmen kendi anne ve babasından gördüklerini kendi çocuklarına dikte eden despot bir kadın hatırlıyordum hep. Bu kadından ne kadar sağlıklı bir sevgi, ilgi bekleyebilirim ki. Bunlar hatırlandıkça ruhumda açılan yaralar da yeniden kanıyordu sanki. Sanki ruhum her yerden hava alıyordu, açıklar vardı bir sürü. Her şey giriyordu oradan, iyi kötü, eğlenceli, üzüntülü anılar…

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1175.0

7 Aralık 2012 Cuma

KARDEŞLERİN AYNI YATAKTA YATMASININ SAKINCALARI VE ALTINA İŞEMENİN PSİKOLOJİSİ


KARDEŞLERİN AYNI YATAKTA YATMASININ SAKINCALARI VE ALTINA İŞEMENİN PSİKOLOJİSİ

Gamze bebekken annesi, başka bir bebeğe süt annelik yapmış. Annesinin memesinibaşka bir bebekle paylaşmak Gamze’nin dünyasında kendisine ‘hiç yer olmadığı’ duygusunun temeli olabilir. Onun yaşamının başlangıcında kendisine ait bir yer olmadığı duygusu gittikçe kristalize olmuştu. Ailesi çok fakirmiş ve oturdukları daireyi başka bir aile paylaşıyorlarmış. Gamze yaşamının ilk yedi yılında an ne-baba ve kendisinden beş yaş büyük ağabeyi Hakan ile aynı oda da yatmış.
Yetişkin olarak Gamze anne, baba ve ağabeyinin yattığı yatağı hatırlıyor, ancak kendi yatağını hiç hatırlamıyor. Ağabeyinin yatağını ıslattığını ve kendisinin bu ıslaklığı hissettiğini de anımsıyor. Bundan dolayı kendisinin ağabeyi ile aynı yatağı paylaştığı son ucuna vardı. Tedaviye kadar Gamze’nin hiçbir zaman kendi yatağı olmamış. Ne bir oda, ne de bir ev kiralamış. Beş aylık tedaviden sonra 40 yaşındayken Gamze ilk yatağını satın aldı.
Gamze’nin erken çocukluk dönemine ilişkin çok az bilinçli anısı var. Tedavide çocukluk döneminde yatmadaki travma, yaşamında belirgin görüşler geliştirmesine neden olmuştu. Kendisine ait bir özelliği olmadığını hissediyordu, ayrıca ağabeyi Hakan ile ikiz olmasının çeşitli özelliklerini yaşıyordu . Primer görünümlerin bazıları vardı, ancak bilinç düzeyinde bunların farkında değildi.
Gamze beş yaşındayken o zaman onbir yaşında olan ağabey yatılı okula gönderilmiş. O dönemde şiddetli ıstırap yaşadığını hatırlıyor ‘Onlar (ebeveynler ) nasıl ağabeyimi benden çalarlar?’ diyordu. Gamze yedi yaşındayken aile bir pansiyon kiralamış. Hakan, yatılı okulda kalmış. Sadece haftasonları ve tatillerde geliyormuş. Bu zamanlarda Gamze ile sadece aynı odayı değil, aynı yatağı da paylaşmışlar. Bu Gamze’de ensest ve ikiz fantezilerinin canlı kalmasını sağlamış olabilir.
Hakan, yatağını ıslatmaya oniki yada onüç yaşına kadar devam etmiş. Bu belirti ağabeyinin ebeveyn ya da kız kardeşi tarafından yakınlığa zorlanmasına bir tepki olabilir. Bizim yatak ıslatmaya ilişkin klinik bilgilerimiz bu yakınmanın çoklu ve yoğun anlamı olduğunu göstermektedir. Örneğin kızgınlığın ifade edilmesi, kızgınlığa karşı savunma ( idrarı bırakarak yangını söndürme) (Freud, 1900), idrarla spermin yer değiştirmesi ( kız kardeşiyle cinsel ilişki yerine onun üstüne işeme ) ve ensest için savunma ( ben üstüne işersem bana yanaşamazsın ). Tedavide Gamze, ağabeyi ile gerçek anlamda bir cinsel ilişki olduğunu hiçbir zaman söylememişti. Eğer bu tür anıları varsa da onun bilince çıkmasını çok iyi savunuyordu. Ancak her yerde ‘ensest ’görüyordu.Örneğin teyzelerinin babasıyla ilişkisi vardı, erkek arkadaşı bir kez annesinin sevgilisi olmuştu ve ağabey annesinin sevgilisiydi ( en azından ‘ spiritual ‘ düzeyde ). Zaman zaman ağabeyinin eşcinsel olduğunu ve dini okulda hocalarının ( babalarının ) ona tecavüz ettiklerini düşünüyordu, ancak bunun için herhangi bir kanıtı yoktu. Onun düşünceleri ensest dürtülerinden korunma girişimini yansıtabilir. Eğer ağabey eşcinsel ise onunla aynı yatakta yatsalar bile cinsel bir ilişki olamazdı.
Ağabey ne zaman pansiyona gelse özel ilgi görüyordu. Gamze, bütün hafta en ağır işlerde çalışıyor. Hakan ziyarete geldiğinde ise ona zor bir iş verilmiyordu. Gamze, ayrıca tuvaletleri de temizliyordu, bu da onda aşağılık duyguları yaratıyordu. Ebeveynler pansiyondan çok az para kazanıyorlardı ve sürekli kavga ediyor, bazen Gamze’ye fiziksel zarar veriyorlardı. Okulda Gamze ortalama bir öğrenciymiş.

Bilinçdışında Kardeşler ve Psikopatoloji - Prof Vamık Volkan Çizgi Yayınevi

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1164.msg2759#new

2 Aralık 2012 Pazar

DİRİLİŞ :PSİKOTERAPİ ve ÜÇÜNCÜ GÖZ


Diriliş

Günlük koşuşturmaların arasında kalmış modern dünyanın insanı kendini yalnız hisseder olmuştur çoğu zaman. O kadar kalabalık insan öbeklerinin arasından sıyrılıp sesimizi içtenlikle duyurubileceğimiz insanları arar dururuz çoğu zaman. Kimimiz yanıbaşındakilerden yardım aramayı düşünür ama genel olarak sonuçsuz kalır bu yardım arayışlarımız. Bu işler için lisans eğitimi almış uzman kişilerden yardım almak hiçbir zaman akla gelen ilk şey olmaz çoğu günümüz insanında. Halbuki içimizi kendimizi en güzel bu uzman psikologlara anlatabiliriz. Ben geçen hafta Elif’in sesine kulak verdim. Onun psikolog Kaçın ile yapmış olduğu seansa katılmak, onlara eşlik etmek, o güzel zaman aralığında onlarla bulunmak nasip oldu bana.
   Dışarıdaki konuşmalardan çok uzak geldi bana dinlediklerim. Kendini olabildiğince anlatmanın çabasında olan bir kadın, duygularını, hislerini, kırgınlıklarını, sevinçlerini aktarmak istiyordu haykırmak istiyordu taki; içinde hiçbir şey kalmayana dek. Gayet de güzel yapıyordu bunları. Kaçın ise içtenlikle onu dinliyor samimiyetle karşısındakini daha iyi anlamak için sorular soruyordu. Soruları cevaplarken Elif daha önce düşünmediği, irdelemediği şeyleri keşfediyordu bir anda. Sanki anlatırken kendini tekrar yaşıyordu, butün o anlattıklarıyla ama bu kez daha emin olarak bakıyordu olaylara çünkü biliyordu olayların nerelere uzandığını, neler doğurduğunu. Geriye sık sık flash-back ler yapıyor, eylemlerini, bu eylemleri etkileyenleri ve bunlardan etkilenenleri tekrardan düşünüyor. Ama hiçbir zaman tamam ben tüm cevaplarımı aldım herşeyi çözdüm demiyor. Her cevaplanan soru arkasından cevap beklenen yeni soruları doğuruyordu. Sanki Elif aklında sorular olmasından keyif alır gibiydi çünkü sorular onu her zaman tetikte tutacak düşünmesini durağan olmasını engelleyecekti. Psikolog Kaçın ise tüm dikkatini Elif’e vermiş ona nasıl biraz daha yardımcı olabilirim derdindeydi. Anahtar onun elinde değildi Elifdeydi ama O, anahtarı hangi deliğe koyması ve hangi kapıyı açması için Elif’in vazgeçilmez rehberiydi.
   Üçüncü bir şahıs olarak katıldığım bu seanstan etkilendiğimi açıkça söylemek isterim. Ben de kendimi Elif gibi anlatabilmek içimdekileri, hissettiklerimi paylaşabilmeliyim diye düşünür oldum. Ben de Psikolog Hüseyin Kaçın Bey in kapısını sık sık aralamayı düşünüyorum artık inşallah.


htugla@ku.edu.tr

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1163.0