16 Aralık 2012 Pazar

HEPİMİZ EŞCİNSELİZ HEPİMİZ LEZBİYENİZ


Konuşmadığımız bir şeyler vardı Hüseyin Kaçın’la. 2 yıldır beni çok iyi tanımasına ve benim de onu çok iyi tanımama rağmen (ya da böyle sandığım için) utanıyordum karşısında. Kendime bile itiraf edemediğim, dolaplara kilitlemeye çalıştığım gerçekleri nasıl olur da bir başkasına anlatacaktım. Hele de bir erkekle nasıl konuşacaktım ki bunu. İçim içimi yiyor, düşünceler zihnimi kemiriyordu. Şimdi bunu yaşayınca bir erkekle konuşmanın, bir kadınla konuşmaktan çok daha kolay olduğunu gördüm.
 Psikanalizde tesadüf diye bir şey yoktur. Hayatta da bunun olmadığını düşünmeye başladım artık. Günün bitmesine yakın yanına gittim Hüseyin Hocanın. Bütün gün katılmam gereken bir eğitim olduğu için akşam ancak vakit buldum gitmeye. Tahminim kendisinin seansı olduğu yönündeydi, ne olur seansı olsun diye içimden geçiriyordum ki, bir baktım odada oturuyor. Eh artık bana farz oldu bu seans. Zaten bugün seans günüydü ama ben nedense arayıp randevu alma cesaretini gösteremedim. Sanki Hüseyin Hoca da saf, anlamayacak bunu. Korkakça ve dürüst olmayan bir tavırla davranıyordum. Odadan içeri girer girmez seans yapma isteğim her halimden belli oluyordu aslında. Konuşmaya başladım sohbet tadında kayıt alacak mıyız dedi Sayın Kaçın, yoo dedim başta, sanki hiç terapi almamış gibi. Sonra baktık ki konuşmalar derinleşiyor, tarihin bu anlarını kaçırmamak lazımdı. Dedim içimden bas hoca düğmeye, zaten dökülmüşüm sana döküleceğim kadar. Ne zaman böyle korkakça davransam içime bir taş oturur zaten, sanki dünyada hiç yer bulamamış da gelmiş benim içime oturmuş gibi hissederim. Bir ağırlık, omuzlarımda ağrı, zor nefes alma, bunların hepsi içimde tuttuğum o korkuyu simgeleyen taşın verdiği ağırlık esasında. Ayrıca kendimi değersiz, beceriksiz, kaybeden, minicik bir pigme gibi de hissediyorum. Korkuyorum çünkü. A tabi biraz da aptal hissediyorum. Neyden korkuyorsun ki diye soruyorum kendime, kaybedecek neyim var? Neyse ki işinin ehli biriyle çalışıyorum. Sezgileri kuvvetli, halden anlayan, arı kovanına parmağını sokmaktan çekinmeyen biriyle çalışmak sizi beni bir noktada köşeye sıkıştırıyor. Bahane, mazeretler o odada işe yaramıyor. Bir taraftan da düşündüğümde son zamanlarda yaşadığım cesaret patlaması geliyor aklıma. Demek ki arada gidip gidip geliyorum. O gün yaşayamıyordum o patlamayı. Ta ki ayaklarım beni o odaya götürüp, bedenim o ikili siyah koltuğa oturup konuşmaya başlayıncaya kadar. Bu koltukta ne olduğunu da henüz çözemedim, şimdiye kadar orada oturan 1 danışan gördüm. Cesur çocuk doğrusu, ikili koltukta oturmak cesaret ister.
 Konuşma sıradan başladı. Birden ne olduysa derinleşti ilk defa yaşadığım bu duygusal eşcinsellik denilen, başkalarında incelediğim kendimde hiç var olduğundan şüphelenmediğim durumdan bahsettim. Tuhaf bir şeydi bu, tanımını bilip, bunu yaşayan kaç kişi tanıyıp kendimde olduğundan hiç şüphelenmemiştim şimdiye kadar. Halbuki cinsel kimliğimizi oturtturana kadar HEPİMİZ EŞCİNSELİZ. Ağır geçen her seansta ve sonrasında olduğu gibi bunu konuşmak ve yazmak oldukça zor oluyor. Sağ koluma felç inecek neredeyse. Durmadan devam etmek en iyisi. Seansta başkalarından bahsettikçe konudan uzaklaşıyordum, biraz da kasıtlı yapıyorum bunu galiba.Hüseyin hoca da konuyu oraya getirmiyor mu. Ay çıldıracağım. Çok şey bilen psikologla çalışmak da böyle bir şey. Mazoşistçe bir keyif bu: ). Bir yandan sinir oluyorum içten içe, bir yandan da oh be bu sorunu konuşmak bile halletmenin yarısı diye düşünüyorum. Konuşmak, anlaşılmak öylesine rahatlatıyor ki insanı. Ben adeta bazı anlarda orgazm olmuş gibi hissediyordum kendimi. Bir rahatlık, bir gevşeme, acım geçmiş, geçiyor, rahatlığı kalıyor gibiydi. Bir acı var, çoğalıyorlar, artıyorlar, ama bir yandan da beni güçlendiriyor, öldürmüyor. İndikçe iniyorum derine.
 Öylesine dipteki şeyler çıkmaya başladı ki, bilincinde olarak yaşamadığım ama şimdi düşündüğümde öyle olduğunu anladığım lezbiyen ilişkiden tutun da annemden bekleyip de göremedim, ya da eksik gördüğümü söyleyebileceğim sevgiye kadar geldi konuşmalar. Ne kadar da güçsüz ve acizmişim bir zamanlar. Nasıl da sığınmışım, sığınacak bir yer aramışım. Annemi hep kızan, bağıran, temizlik hastası bir kadın olarak hatırlıyordum. Çok kısa bir zamandır iyi anılar canlanıyor zihnimde. Az da olsa bunların var olduğunu hatırlamak güzel tabi. Üniversite okumasına rağmen kendi anne ve babasından gördüklerini kendi çocuklarına dikte eden despot bir kadın hatırlıyordum hep. Bu kadından ne kadar sağlıklı bir sevgi, ilgi bekleyebilirim ki. Bunlar hatırlandıkça ruhumda açılan yaralar da yeniden kanıyordu sanki. Sanki ruhum her yerden hava alıyordu, açıklar vardı bir sürü. Her şey giriyordu oradan, iyi kötü, eğlenceli, üzüntülü anılar…

http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1175.0

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder