RÜYALARDA ÖZGÜR OLMAK
Üçüncü yazım.. Daha önce bu kadar karışık olabileceğim
aklıma gelmezdi. Gideceğim, her şey net bir şekilde gelişecek gibi gelirdi.
Bunun böyle olmadığını bilirdim ama yine de öyle bir önyargı vardı bilinç
altımda. Kararlılık yine aynı kararlılık ama, kafam allak bullak gibi.
Dışarıdan bakıldığında kolaylıkla umursamazlıkla karıştırılabilir. Mesela diğer
terapilere gittiğimde kağıda bir sürü soru yazmıştım sormak üzere, bu sefer
vakti geldi, çıktım gittim gibi oldu. Diğer yazılara başlamadan önce konu başlıklarını,
cümleleri kafamda az çok kurgulamıştım ama bu sefer başladım, bakalım kalem
beni nereye götürecek.
Gerçi karışık kafa iyidir. Bir şeylerin mücadelesini verdiği
için karışıktır. Hiç karışmayan kafa kötüdür. Gelişme, değişme ihtiyacı
duymuyordur.
Hüseyin Bey'i ilk defa TV5'te izlerken "baba"
figürü üzerinde gereğinden fazla durduğunu düşünmüştüm. "Baba ile ne alaka
ki?" demiştim. Ama şu anda belki en fazla baba üzerine yoğunlaşmış
durumdayım.
Karışık olmam iç dünyamın bir tezahürü galiba. Aslında faydalı
da… Zehiri akıtmak gerekir diye düşünüyorum. Üçüncü terapiden sonra Genç Beyin
dergisinde bir hikaye okumuştum. Derginin okuru olan bir baba kendi hikayesini
yazmış. Üç sene önce katıldığı konferansta şöyle bir cümle geçmiş:
"İnsanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış kişinin
mutlu olması çok zordur. Ana babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu
doya doya yaşamasına imkan vermektir."
Bu noktada adam kendisine "ben çocuğuma nasıl
davranıyorum" diye soruyor ve cevabını veriyor: "9 yaşındaki oğlum
ben işten gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Çünkü onu görünce
hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf
bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca "Hayır!" anlamına
gelen "Cık" sesini çıkarıyordu. Kızıyor söyleniyor "niye
yapmıyorsun ödevini" diyordum. Aramızda hep tartışmalar, sürtüşmeler
yaşanıyordu."
Sonra konferanstan sonraki yaşadıklarını anlatmaya devam
ediyor: "Seminerden sonra 'ben ne biçim babayım" diye kendime sordum.
Sonra kendi kendime dedim "Eşimle konuşayım, birlikte karar alalım.
Diyelim ki, bu çocuk isterse 5 yıl sınıfta kalsın ama çocukluğunu doya doya
yaşasın."
Eşime anlattım ve eşim şiddetle karşı çıktı. Pes etmedim,
her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Sonunda pes etti, "ne
halin varsa gör" dedi. İşte onu dediği günün sabahı eşofman ve ayakkabımı
şöyle kapının yanına bırakıp işe gittim, dönünce oğlumun gözüne bakıp dedim:
"Oğlum bugün doya doya oynadın mı?" Hayretle baktı ve "hayır"
anlamına gelen "cık" dedi. "O zaman haydi gel, beraber aşağıya
inip oynayacağız!" dedim. Eşofman ve ayakkabılarımı giyip sokağa çıktık.
Arkadaşları da geldi, birlikte akşam 6'dan 8.30'a kadar oynadık. Çok mutluyduk
ve o günden sonra iş dönüşü her gün onunla oynamaya başladım. 7-8 gün sonra
banyodan çıkarken onu havluyla kuruluyorum, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi
ki: "Baba ya, ben seni çok seviyorum." … Nefesim durdu, gözüm
yaşardı, konuşamadım. Çünkü yeni farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç
söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim,
belki ömür boyu söylemeyecekti. "Ne büyük tehlike" diye düşündüm.
İki hafta sonra okulda veli toplantısı vardı. Öncekilerde
öğretmen "Oğlunuz akıllı çocuk ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor,
sınıfta arkadaşlarını itip kakıyor. Lütfen onunla konuşun" derdi. O yüzden
gitmeye çekiniyordum. Bu davet gelince eşime "beraber gidelim" dedim,
"yok sen tek başına gideceksin" dedi. Israr ettim, şiddetle reddetti.
Yalnız gittim, sıranın arkasına geçtim ki öğretmenle yalnız
konuşayım, mahcup olmayayım. Nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmasını
bitirdiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana bakıp gülümsedi:
" Siz ne yaptınız bu çocuğa böyle" dedi. Hiç cevap vermedim, önüme
baktım. "Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa" dedi. "Çok mu
kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi: "Hayır, kötü değil. Artık
sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim
öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"
Öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum
kulağıma, içimde "vay evladım biz sana ne yaptık şimdiye kadar"
duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı.
"O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim, ağladım"
Hikayenin son cümlelerini okuyamadım, burada ben de ağlamaya
başladım. Yarım saat boyunca ağladım. İki seneden beri ağladığımı
hatırlamıyorum. Belki aslında sıradan, basit bir hikaye. Ama "baba"
kavramı, olgusu, tamamlanamamış bir şey bende. Bir de 3. terapiden sonra bu baba
olayı üzerine daha fazla yoğunlaştım. O yüzden hepten duygusala bağladım
herhalde. Ben babamın, o adamın konferanstan önceki hali gibi olmasına bile
razıydım. En azından çocuğunun derslerini düşünüyor adam. Bu tür babalar belki
ilgilenmiyor çocuğuyla ama çocuğunun iyi bir yere gelebilmesi için didiniyor,
binlerce lira harcayıp senelerce dersaneye gönderiyor. Benim babam ise
bunlardan fersah fersah uzak. Kaçıncı sınıfta olduğumu bile bilmeyen bir adam
vardı.
Bundan beş sene öncesi... OKS sınavına gireceğim gün! Sabah
erkenden kalkıp hazırlıklarımı yaptım, 5 km yol yürüyüp sınava gireceğim okula
gideceğim. Ailenin diğer fertleri de bahçeye çalışmaya gitmek için hazırlıklar
yapıyor. Kapıdan çıktım, babam evin damından ters ters bana bakıyor. Ve
"biz çalışmaya gideriz, bunlar sınava gider" diyor…
Bugünlerde bunlar çok sık aklıma geliyor. Zehirin dışarı
çıkması herhalde. Babama karşı davranışlarımda çok fazla anormallik yok. Ama
aramızda görünmez bir duvar örülü. Verilen ödevi de yapamadım. Hüseyin Bey
“Önce karşısına geçip bir güzel içini dök, sonra şakalaş, elini omzuna
koy,şakasına hafif ittir…” filan demişti ya hani.. Aslında birinci kısmı her
kafam bozulduğunda yapıyorum çoktandır. Ama sonrası içimden gelmiyor.
Bilmiyorum yapabilir miyim? Çıkmadık candan ümit kesilmez.
Başka bir yerde terapi görüp iyileşmiş olan Alp ile
konuşmuştum telefonda. O da babasından mânen uzak kalmış, ondan uzak yetişmiş
birisi. Babasıyla geçireceği vakti evin kadınlarıyla geçirmiş. Vakti dolmuş
belki ama babanın içteki yeri hep boş kalmış.
Ortak yönlerimiz çok. Baba hayali kurmuşuz hep. Hayalimizde
onunla vakit geçirmiş, gülmüş eğlenmişiz. En fazla da "aslan oğlum!"
demiş, öpüp kucaklamış bizi. Bu baba şu anki baba değil de, fiziken daha
düzgün, kültürlü, dışarıya karşı dik duruşlu, sert, hakkını kimseye yedirtmeyen
birisi ama ailesine, özellikle de "bana" karşı sevgi dolu... Aynı
şeyleri düşünmüşüz Alp ile. Cised'de tedavi görmüş, şu an sevgilisi var. Baba
konusunu ele almamışlar ama. O yön eksik kalmış. "Ben eşcinsellikten kurtuldum
ama 'baba'nın yeri hiç dolmayacak!" diyor.
Eşcinselliğin en büyük etkeninin baba olduğunu o da fark
etmiş. Eski hayatında eşcinsel birisine babasıyla arasının nasıl olduğunu
sormuş ve "babam ben 1 yaşındayken ölmüş" cevabını almış. Aynı
muhabbeti ben de yaptım geçen gün birisiyle. Facebook'ta eşcinselliğin hastalık
olduğunu kabul etmeyen, halinden memnun olan birisiyle münakaşa ediyorduk. En
son "babanla aran nasıl" diye sordum. "Neden sordun?" dedi,
"Öylesine. İstemiyorsan cevaplamayabilirsin" dedim. O da "Babam yok"
cevabını verdi. Herkesin hikayesi aşağı yukarı aynı vesselam.
Diğer hikayelerimde gereğinden fazla korkmuşum. Tanıdık
birisi hikayeye rastlayacak, benim olduğumu anlayacak diye kişisel bilgilerimi
bayağı değiştirmiştim. Ruh aynı belki ama şekil gereğinden fazla farklı oldu.
Sonradan anladım ki "abla" faktörünü hikayeye dahil etmeden taşlar
yerine oturmayacak. Evet, ilk hikayede "model aldığım kuzenim" diye
bahsettiğim kız ablam olur. Küçüklükten beri onu örnek aldım. Hep aynı ortamda
bulunurduk, eksik kalan baba faktörünün yerini o doldurdu. Abilerimle muhattap
olmazdım hiç. En büyük abimin psikolojik sorunları vardı ve küçük abime hayatı
dar ederdi. Küçük abim de ondan çıkaramadığı hıncını benden çıkartırdı. Büyük
abimden zaten uzaktım, küçük abimle de, büyük bölümü aynı evin içinde 4 seneden
fazla boyunca konuşmamışlığım var. Ancak geçen sene askerden geldiğinde
konuştum.
Ablam ile hep aynı ortamdaydık. O da dindar birisidir.
Serseri gençleri, hele karı-kızla düşüp kalkanları çok eleştirirdi. Ben ise onun
beğenmediği kesimden olmamak için azami gayret gösterirdim. Hem ablayı kaybetme
korkusu, hem de dinin yasak ettiği şeylerden uzak durma gayretiyle erkek
sohbetlerinden (erkeklere has sohbetlerden) kaçardım hep. Futbol ile, karı-kız
ile, cinsellik ile ilgili sohbetler açıldığında içimden onları ayıplardım ve
bir daha sohbetlerine katılmamaya gayret ederdim. O sohbetleri yapmak bile
ayıptı bana göre. Erkeklerin faaliyetlerini, oyunlarını, sohbetlerini
ayıplamadığım zamanlarda da faydasız görürdüm. Ve kaçınırdım. Yapılacak daha
faydalı işler vardı neticede. Onlardan uzak kalarak ve ablamın yanında durarak
ablamın istediği gibi birisi olduğumu düşünür, mutlu olurdum.
Ablam durumumu biliyor. Yaklaşık iki sene kadar önce
anlatmıştım. Konu hakkında bilgisi olmadığı için yönlendiremedi. Bunu anlatınca
bana bakışı kesinlikle değişmedi. Aynan devam.. Şu an terapilerimi hikayelerimi
filan biliyor hep.. Sadece o biliyor zaten. Hüseyin Bey’in anlattıklarını ona
da aktarıyorum ve hoşuna gidiyor.
Her neyse! Dördüncü terapi için bilet aldım. Hacı, kışın
uçak her türlü kârlı da, yazın uçak fiyatları uçuyor. "Uçak bileti alırsam
evin yolunu bulamam" dedim ve otobüs bileti aldım. İlk defa otobüsle
gidecektim. İkindileyin bindim ve ertesi gün öğlene doğru İstanbul'daydım. FSM
köprüsünde bakım onarım mevzuu olduğundan bir saate yakın bekledik geçmek için.
Neyse, son duraktan Mecidiyeköy'e servis varmış. Bu arada
Hüseyin Bey ile telefonda konuştum ve 13.30'a randevulaştık. O saate kadar
oyalandım ve girdim içeriye.
Terapideydi henüz. Beni çağırdı. İçeride benden küçük bir
genç vardı. Artık buna alışmıştım. Yine bir başkasıyla birbirimize kendimizi
anlatacaktık. Ve öyle yaptık. Bunlar faydalı oluyor, seviyorum. Yalnız
olmadığımı hissediyorum ve konu hakkında ilk ağızlardan daha fazla bilgi
edinebiliyorum.
15 yaşındaymış. O da annesine çok yakın büyümüş. Annesi ve
ablasıyla oturup kalkar, onlarla sohbet edermiş. Annesiyle beraber uyuduğu çok
olurmuş. Babasına düşman gibi yetişmiş. Ablasıyla babası tartışmış olsa, direkt
ablasının tarafını tutarmış, babasına öfkeyle bakarmış vs..
Terapiye annesiyle gelmiş, annesi dışarda bekliyormuş.
Hüseyin Bey onu da çağırdı. İkili ilişkilerde yaptıkları yanlışlardan konuştuk.
Mesela bundan sonra cilt temasını kesinlikle yasak etmişler birbirlerine. Böyle
olmalıymış.
Bir kaç konudan daha konuştuk ve onlar gittiler, ben kaldım.
Bu terapi biraz diğer terapilerin tekrarı gibi oldu ve çok verimli olmadı.
Otobüs yolculuğu bana göre değil arkadaş! Rahat edememişim otobüste. Yorgun,
uykusuz ve üstelik oruçluydum. Aslında aklımda güzel sorular ve konular vardı
ama o sarhoşlukla konuşmak bir yana, doğru düzgün dinleyememiştim bile..
Az sonra bir kişiyi daha çağırdı Hüseyin Bey! Bu kişi 48
yaşında ve doktormuş. Onun durumu çok ilginç geldi bana. Çünkü dışarıdan
baktığın zaman mükemmel bir hayatı var. Fiziken iyi görünümlü ve 48 yaşın çok
daha altında gösteren birisi. Evliymiş, (yanılmıyorsam) benden büyük üç tane
oğlu varmış. Birisi kısa zaman önce evlenmiş. Ve hem huy bakımından, hem de
güzellik olarak mükemmel bir hanımı varmış. Aynı okulda okumuşlar ve orada
tanışmışlar. "Okulun en güzel kızlarından biri de değildi, en güzel
kızıydı." diyor.
Doktor ile de benzer yönlerimiz var. O da ablasına çok
yakınmış. Annesi çok küçükken ölmüş ve ona ablası annelik yapmış. Sürekli
beraber vakit geçirmişler, ablası onun her ihtiyacını karşılamış, ona kol kanat
germiş ve aşırı koruyucu davranmış. Aralarında 15 yaş varmış ablasıyla.
Ablasına aşırı bağımlıymış. Eşi çok kaliteli bir insan olduğu halde ablasına
benzemeyen yönlerinden dolayı ona kızar, birebir ablası gibi olsun istermiş.
Durumunu sadece ablası biliyormuş öğretmenin. Aynı benim
gibi. Benim hakkımda da çarpıcı bir yorumu vardı:
"Hadi benim hareketlerimden filan az çok bir şeyler
anlaşılır da, sende hiç bir şey belli değil. Gay Bar'da görsem seni, direkt
'nerden düşmüş bu buraya!' derim."
Bak bu hoşuma gitti. İnsan en çok kendi sesine yabancıymış.
Bu yüzden kendim hakkında yorum yapamıyorum. Dışarıdan, sormadan böyle bir
yorum gelmesi güzel oldu. Demek ki bende kalıp var. Bana düşen sadece onun
içini doldurmak..
Evet, diğer terapilerin yanında bu sönüktü ama yine de
geldiğime fazlasıyla değdi. Bu iki örnek aklımdan hiç çıkmayacak. Bir de
Hüseyin Bey'in şu sözü:
-"Ben şimdi sana acısam, 'vah vah, yazık çocuğa,
zorluklar yaşamış, ailesinden de ilgi görmemiş, vah vah tüh tüh' desem, sana
iyilik mi yapmış olurum, kötülük mü?" Burada kahkahayı basmıştım. Aşırı
hoşuma giden bir soruydu.
-"Kötülük" diye cevap verdim.
- "Belki içimden üzülebilirim ama bunu sana yansıtmamam
gerekir."
Doğru. O zamana kadar öyle bir beklenti içinde olduğumu
sezmiş olmalı. Okuduğum diğer hikayelerden de anladığım kadarıyla; biz
danışanlar kendimizi en özel sanıyoruz. Psikoloğumuzdan "ben"imle
özel olarak ilgilenmesini, derdimize kendi derdi gibi üzülmesini, diğerlerinden
daha fazla ilgilenmesini, en fazla "ben"imle ilgilenmesini istiyoruz.
Neticede benim acılarım daha özel! Abelard’ın "Dünyadaki bütün insanlar en
büyük acıyı kendilerinin çekmiş olduğuna inanırlar. Oysa bilmezler ki en büyük
acıyı ben çekmişimdir." diye bir sözü var. Bizimki de aynı mantık. Başta
kızıyordum Hüseyin Bey’e ."Ben adama neler neler anlatıyorum, davranışına
bak" diye.
Aslında diğerlerine bakınca benimki hiç bir şey ama yine de
öyle düşünülüyor işte.. Ama bunu yenice aştım. Eskiden bu durumu mantıken kabul
etsem de kalben kabul edemiyordum. Evet doğrusu buydu ama yine de en fazla ilgi
bana gösterilmeliydi işte... Ama şimdi bunu her yönden kabul ettim.
Çıkışta Hüseyin Bey'in danışanı Ayşe ile buluşacaktık.
Çıktım ve Cevahir Alışveriş Merkezi'nin önünde buluştuk. Oraya girdik ve
iftarımızı yaptık. Yine orada birer kahve içtik ve uzunca sohbet ettik. Kahve
içerken Hüseyin Bey aradı ve danışanlarından Vişne Suyu yazısının yazarının
İstanbul'da olduğunu, istersem görüşmemi söyledi ve numarasını verdi. Numarayı
aradım ve konuştum. Ama İstanbul'dan gitmiş. Telefonda bilgi alış verişi
yapacaktık ama o an uygun olmayacağını düşündüm ve daha sonra görüşmek üzere
kapattım. Ayşe ile biraz daha oturup ayrıldık ve ben pansiyona gittim. Gece
deliksiz uyumuşum. Ertesi gün öğleden sonraya bilet aldım. Sonra Murat'ı arayıp
"uygunsan görüşelim" dedim. Otobüsün hareket vaktine bir saat kala
otogarda buluştuk ve onunla da sohbet ettik biraz. Ve otobüse bindim, hedef
memleket..
Otobüste Vişnesuyu'nun yazarı olan vatandaşı aradım ve
uzunca konuştuk. 18 yaşındaymış, bu sene üniversiteye gidecekmiş vs.. Onun
haricinde eşcinsellikle ilgili birikimlerimizi, iç dünyamızı, yaşadıklarımızı
aktardık birbirimize. Allahım! Hepimiz mi birbirimize benziyoruz? Hiç istisna
yok mu? Gerçi farklılıklar vardı. Onun ailesi aşırı korumacı, benimki aşırı
vurdumduymaz. Ama ucu yine aynı yere çıkıyor: Bir erkek rol model yerine kadın
ile daha çok vakit geçirmek ve onu örnek almak. O annesiyle birlikteymiş hep,
ben ablamla..
Bu arada, önceki yazılarımda bahsettiğim kız, olmadı.
Mücadele etmeme lüzum olmayacak şekilde. Detaya girmek istemiyorum ama o defter
kapandı. Ona hakikaten aşıktım. Aklım ve kalbim onunla meşguldü. Artık önümüze
bakacaz.
Baba faktörü üzerinde yoğunlaştığım kadar "abla"
ile de ilgiliyim bu aralar. Evet; ablam ile ilişkimiz eskisi gibi bağımlılık
şeklinde değil. Şu anda arkadaş gibiyiz ama hâlâ hayatıma müthiş etkisi var.
Varmış yani. Bu kadar olduğunu ben de bilmiyordum. Bir rüya gördüm:
Turist kadının tekiyle odaya çıkmışız, kapıyı kitlemişim,
yavaş yavaş kıvama geliyoruz, tam dudaklarına uzanacam odanın kapısı çalınıyor.
Ben bir telaş kızı yatağın altına saklıyorum ve kapıyı açıyorum. Gelen
ablammış. İçeri giriyor, ben de yatağın üzerine oturup ayaklarımla kadının
saklandığı yerin önünü kapatmaya çalışıyorum. Ablam odadan bir şey alıp
çıkarken bir kaç saniye durup kadının olduğu yere dikkatlice bakıyor ve sonra
çıkıp gidiyor. Muhtemelen durumu anlıyor ama ben anlayıp anlamadığından emin
olamıyorum. Çok fena utanıyorum ve ter basıyor beni.. Ve bir sex fantezisi daha
burada sona eriyor.
Rüyalar bilinçaltının dışa vurumudur. Gerçek hayattaki
korkularımızın, endişelerimizin su yüzüne çıkmasıdır. Durumumu ablam biliyor ve
benim için dua ediyor, bu ayrı konu ama, hâlâ zihnimde onun beni ayıplayacağı,
ahlaksızlıkla suçlayacağı korkusu var. Bu zincirden hâlâ kurtulamamışım.
Bazen beni elalem ile kıyaslayıp övüyor. Onlar şu şu
yanlışları yapmışken ben kendimi bunlardan uzak tutmuşum. Kötü arkadaşlardan,
kötü alışkanlıklardan uzak durmuşum. Aferin bana!
Dışarıdan bakıldığında çok güzel övgüler. Belki gerçekten de
öyle ama bana bunların zararı oluyor. Onun gözündeki yerimi muhafaza etmek için
hareketlerime, duygu ve düşüncelerime zincir vuruyorum. Bir kız hayali kurarken
ablamın da bir kız olduğunu unutmamalıydım. Onun gibi birinin kardeşi karı kız
düşkünü olmamalı vs... Bunun sonucunda iyice pasifleşiyorum. Çekingenleşiyorum,
haya abidesi oluyorum. Oysa haya en fazla kadına yaraşır, erkeğe ise cevvaliyet
yaraşır.
Hislerimi yeterince anlatabildim mi bilmiyorum ama işin
ucunda ortaya malum tablo çıkıyor işte. Evet; kadınla ilişki sınırlamasını
(büyük ölçüde) kaldırdım beynimde. Bunun etkilerini de görüyorum. Ama ablam
hâlâ rüyalarıma hükmediyor. Ondan 'ahlaksız' damgası yiyeceğim korkusuyla rüyam
yarıda kesilebiliyor. Rüyalar... Çoğu zaman bir rüyadan daha fazlasıdır onlar.
Aslında hayatın kendisidir bir çok zaman. Rüyalarda özgür olduğunuz zaman
hakikaten özgürsünüzdür. Değilseniz gerçekte de kırmanız gereken zincirler
vardır. Rüyalarda özgür olabilmek veya olamamak... İşte bütün mesele bu.
Zihnimde böylesi prangalar hâlâ var, evet. Ama her şeye
rağmen kadınlarla ilgili fantezilerimi artık daha rahat yapabiliyorum. Erkekle
ilişki fikrini yok ettim, çok nadir aklıma geliyor, geldiği zaman da yön
değiştirip farklı şeyler düşünüyorum. Hatta çoğu zaman bundan iğreniyorum.
Mesele şu ki; galiba kadınla ilişki düşüncesinin yolunu tamamen açmak, erkekle
ilişki düşüncesinin yolunu tamamen kapatmaktan daha zor olacak. Cinsel yönden
şu an kadın daha baskın ama duygusal yönden erkek daha baskın. Daha önce bir
kız vardı aklımda. Aklım ve kalbin onunla doluydu, meşguldü. Şu an boş. Tabii
hayat boşluk kabul etmediği için bazen kalbim dolmaması gereken şeylerle
doluyor. Olmaması gereken kişilerden ilgi, alaka, sevgi bekliyorum. Bu
kişilerle ilgili asla cinsel fantezim yok. Sadece ilgi bekliyorum. Bu ne derece
normal bilemiyorum. Belki de normal bir erkeğin başka bir erkekten
bekleyebileceği şeyler bunlar. Çünkü şu an avareyim, çevremde fazla insan yok
ve gezmeye tozmaya ihtiyacım var. Bu durum kızların duygusal yönünü bilmiyor
olmamdan kaynaklanıyor da olabilir. Bu yüzden amacım bir kızın ruh dünyasının
detaylarına inmek. Uygun zamanı bekliyorum.
Evet ne diyorduk; belki de arkadaşlarımdan bu beklentim
normal. Bu aralar ona da kafa yoruyorum. Çünkü şöyle bir gerçek var; normal bir
erkekte %10 kadınlık hormonu, normal bir kadında da %10 erkeklik hormonu
bulunduğu gibi, her erkekte aslında biraz eşcinsellik vardır. Yüzde şu kadar
veya bu kadar. Ama var. Bununla ilgili hatırladığım bazı şeyler var:
*Arkadaşım beni ısrarla doğum günü partisine çağırıyor,
benimse o saatte çalışmam gerekiyor. "Ben gelemem" diyorum,
"hayır olmaz gelmen lazım" diyor. "Neden ki? Ben olsam ne
değişecek olmasam ne değişecek?" dediğimde şu cevabı veriyor: "Sen
olunca kendimi güvende hissediyorum."
*Lisedeyiz, 4-5 tane sınıf arkadaşıyla bir arada
muhabbetliyoruz. Aralarında sarışın, temiz yüzlü, kısa boylu, vücudu düzgün
erkek güzeli denilebilecek birisi var. Bir ara diğer arkadaşın birisi onun
vücuduna fena bir bakış atıp diyor ki: "şu anda belini sarmamak için
kendimi zor tutuyorum".. Kimse olaya takılmıyor, muhabbet kaldığı yerden
devam ediyor ama bu olay benim zihnime yerleşiyor.
*Yeni bir pembe t-shirt almıştım, saçları yaptırmış, o gün
kendime feci derecede özen göstermiştim. 4 arkadaştık ve önemli bir yere
gidecektik. 2 tane motosiklet vardı, ikişer bindik. Bir ara diğer
motosikletteki arkadaşın birisi benimle ilgili bir şey söyledi ama tam
anlamadım. "Ne dedin?" diye sordum, gülerek motorundaki diğer
arkadaşı işaret etti ve: "Ya bizim arkadaş biraz oğlancı da, 'Alperen ne
kadar yakışıklı olmuş, kız olsam verirdim' diyor." dedi. O arkadaş ona
tepki göstererek: "Nee! Bunu sen dedin ya az önce" dedi, şakaya
vurduk, güldük ve konu kapandı.
Bu arkadaşların o zaman ve şu anda hepsinin de sevgilisi var
ve normal hayatlarına devam ediyorlar. İşte o olayları ben, her insanda bulunan
yüzde bilmem kaçlık eşcinselliğe bağlıyorum.
*Belki de en çarpıcı olanı: 7-8 yaşlarımdayken, benden 6-7
yaş büyük olan akrabamla ava gitmiştik. Dolaştık, yorulduk ve dinlenmek için
oturduk, sohbet etmeye başladık. Daha doğrusu o konuşuyor, ben dinliyordum. Bir
ara şaka yapar tarzda, şehvetli bir bakışla arkama dokundu. Sonra da ne tepki
verecek diye yüzüme baktı. O sahneyi iyi hatırlıyorum. Buna öyle bir bakış
fırlatmışım ki, irkilip geri çekildi, sonra yüz şekli normale döndü. Bakışlarım
fenaydı küçükken. "Alperen bi karardımıydı gün battı sanırsınız"
derdi bizimkiler. Şimdi düşünüyorum da, ben orada biraz gevşek davranmış
olsaydım her şey olabilirdi. Gerçi bu olaydan etkilenmişliğim yok ama yine de
bir ibret vesikası olarak aklımda. Çünkü bu kişi şu anda evli ve bir çocuğu
var.
Bunları düşünürken Radikal’den Orhan Kemal Cengiz'in
yazısına rastladım. (
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1098302&Yazar=ORHAN-KEMAL-CENGIZ&CategoryID=97
) Yazının ana fikriyle ilgili değilim ama dikkatimi çeken noktalar var.
“(…)Yani kişinin eşcinsel bir tarafı var ama bu tamamen
‘bilinç dışına’ itilmiş.
Freud, örneğin Dostoyevski’nin bu anlamda ‘latent’ bir
eşcinsel olduğunu ileri sürer. Freud’a göre Dostoyevski’nin sözde ‘sara’
krizleri falan bu bastırılmış arzuların ifadesidir.
Freud’dan sonra da bu konu epey bir tartışıldı. Amerika’da
Kinsey ve arkadaşlarının yaptığı mülakatlar, aslında saf heteroseksüellik veya
saf homoseksüellik diye bir şey olmadığını, toplumun büyük çoğunluğunun bu
skalanın bir yerlerinde durduğunu gösteriyor.”
Ve en çok dikkatimi çeken yeri:
“Bu konuda benim en çok prim verdiğim teori psikanaliz ve
sosyolojiyi fevkalade başarılı bir şekilde harmanlamış olan Craib’in
‘psikolojik biseksüellik’ teorisidir. Craib, insanların cinsel yönelim
anlamında ‘heteroseksüel’ ve ‘homoseksüel’ olmalarının yanı sıra , aslında
herkesin bir biçimde psikolojik olarak biseksüel olduğunu öne sürer. Belki de
hemcinslerimizle derin dostlukları mümkün kılan doğamızda böyle bir yan
olmasıdır.”
Özellikle son cümleye takıldım: “Belki de hemcinslerimizle
derin dostlukları mümkün kılan doğamızda böyle bir yan olmasıdır.”
Olabilir. Mantıklı. Fikrimce bu, akla cinselliğin gelmeye
başladığı andan itibaren sorun olmaya başlıyor. Bu konuda araştırmalarım ve
gözlemlerim devam ediyor. Acaba insanın hemcinslerinden beklentileri nereye
kadar normal kabul edilir? Hemcinsler arasındaki ilişkiler nereye kadar
ilerleyebilir, duygusal beklentiler tam olarak nerede sorun teşkil etmeye
başlar? Araştırıyorum ve düşünüyorum.
Bu arada; üniversiteye gidiyorum. Bir kaç gün sonra yolculuk
var. Ben üniversiteye İstanbul'a gitmek istiyordum ama olmadı. Yine de
bulunduğum şehirden uzak bir yere gidiyorum. Çok matah bir bölüm değil ama
olsun. Sonuçta artık üniversiteliyiz. Hüseyin Bey önceki terapilerinin
birisinde "Sen sıradan vatandaş Alperen olarak bir hiçsin. Bir ağırlığın
olsun istiyorsan üniversite okumalısın. Okuduğun bölüm çok önemli değil ama
üniversitelilik aşamasından geçmelisin." dediğinde manzara gözümün önüme
çok net gelmemişti ama şimdi çok iyi anlıyorum. Olay şu ki; babamın bile
benimle konuşma şekli, bana bakışı değişti. Önce doğru dürüst yüzüme bile
bakmazdı, üniversite kazandıktan sonra "nasıl gideceksin oğlum, neyle
geleceksin oğlum, orda nerde kalacaksın oğlum, bir şeyler lazım mı
oğlum..." şeklinde bir ilgileneceği tuttu adamın. Çevremdeki diğerleri de
çok farklı değil. "Ye kürküm ye" misali. Hayat bundan ibaret hacı.
Üniversiteye gideceğim için mutluyum. Bulunduğum ortamdan
uzak kalmam gerekiyor. Evet; belki çok sevdiğim bir insan ama, galiba en çok da
ablamdan uzak kalmam gerekiyor. Etki alanından çıkmam lazım. 15 yaşındaki o
gencin annesiyle cilt temasını kesmesi lazım geldiği gibi benim de bir süre
ablamla iletişimden uzak kalmam fayda var.
Üniversiteden ümitliyim. Az önce sevgili edinmek için
"uygun zamanı bekliyorum" derken bunu kastediyordum. Aslında burada
da var aradığım kız ama bir kaç gün sonra buradan ayrılıyorum. Gözden uzak
olanın gönülden de uzak olacağına inanıyorum vesselam. Orada karşıma aşık
olacağım bir kız çıkacak bence. Bunu hissediyorum.
Ayrıyeten bir de şunu söylemek istiyorum. Bu eşcinsellik
konusunda görüştüğüm bir eşcinsel bana "benim kadınlara olan ilgim
sıfır" demişti. "mesela mastürbasyon yaparken erkek üzerine düşününce
her şey yolunda gidiyor, ereksiyon halindeyken düşüncelerimi kadın üzerine
yoğunlaştırmaya çalışıyorum ve o anda penisim sönüyor."
Bunun üzerine çok düşündüm ve şöyle bir tespitim oldu. Ne
kadar doğru bilemiyorum:
Erkek düşüncesiyle sertleşen penis başka bir düşünceye
geçince o şekilde kalmaz. Yanlış girilen yoldan doğru sonuca ulaşmayı beklemek
olmaz. Ama düşünceyi en baştan kadın üzerine bina edince olumlu gidiyor.
Yanlış inşa edilen bir binayı düzeltmek onu yeniden inşa
etmekten daha zor değil midir zaten? Hayal meyal bir hikaye hatırlıyorum.
Yanılmıyorsam şöyleydi:
Eski zamanda birbirini tanımayan iki kişi bir ney hocasının
yanına gitmiş ve ondan kendilerine ney çalmayı öğretmesini istemişler. Sonra
bunun ücretini sormuşlar.. Hoca birinci adama sormuş:
-Sen daha önceden ney üflemek hakkında bir şey biliyor
musun?
-Hayır. İlk defa sizden öğreneceğim.
-Tamam. Senin ücretin 5 altın.
Sonra ikinci adama dönmüş:
-Peki sen biliyor musun?
-Ben çok az biliyorum.
-Tamam, demiş hoca. Senin ücretin de 10 altın.
İtiraz etmiş ikinci adam:
-Nasıl olur, demiş. Hiç bir şey bilmeyenden 5 altın alırken
benden nasıl 10 altın alıyorsunuz?
Hoca cevaplamış:
-5 altın bildiğini unutturmak için, 5 altın da yenisini
öğretmek için.
Bizler de şu an cinselliğe dair hiç bir şey bilmemekten daha
sakat durumdayız aslında:” Yanlış biliyoruz”. Fantezilerimizi, kriterlerimizi,
günah-sevap anlayışımızı yanlışlar üzerine bina etmişiz. Bunları yıkmak, en
baştan inşa etmekten daha zor, biliyorum. Ve bizler zora talip olduk her
şeyimizle. Kesin inandığımız zaman kapılar açılıyor ama.. Mesafe kat ediyor
olduğumuzu görmek motivasyonumuzu artırıyor. Allah hepimizin yardımcısı olsun.
http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1082.0
http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=1082.0
Ben Küçüklükten gelen bir bisexsual ligim vardı şükür bastırdı m yani hala erkeklere karşı hisssim plsada onları dusunup mastürbasyon yapmıyorum kadınlarla yapabikiyorum duygusal bir ilgim yok ama hala yaklaşık 2 ay oldu fakat rüyalarında eşcinsel ilişkiler görüyorum bazen pişman olarak bitiyor nasıl kurtuluruz bu rüyalardan yardım edin
YanıtlaSil