2012 nin ilk yazısının konusu ne olacak diye düşünürken, her
zaman olduğu gibi yine geldi buldu beni. Evde birlikte yaşadığım 2 kadının
öğrenilmiş çaresizlik, herkesin kötü olduğu, erkeklerin yalancı, sadece
cinsellik düşünen yaratıklar olduğu, her şeyi onların bilmeleri gibi konularda
ödül alacak derecede inanmışlıkları olduğunu söyleyeyim baştan. Anne kız olan
bu 2 kadın aslında birbirinin aynısı, aralarında 25 yaş var, bunun bir önemi
yok ama. Arkadaşımın bana hediye ettiği malum yılbaşı batıl inancını taşıyan
kırmızı renkteki şeyle başladı her şey. Komik buluyorum bu batıl inançları ve
bu tarz bir şeyi kullanmayacağımı söylediğimde gelen cümle darbeyi vurdu :
‘Evlenince giyersin, şimdi giymezsen.’ Bir an zaman durdu benim için,
bakışlarım falan değişti hissettim bunu.
Şimdi buradan
gelelim, aslında herkesin az biraz kıyısından köşesinden acı çektiği, aa sus
ayıp cümlelerini içeren konuya. Cinsellik. Öğretilmeyen, üstü kapatılan, ayıp,
günah hep bunlarla tanımlanan şeyler bunlar, halbuki hiçbirimizi leylekler
getirmedi, en basit açıklamayla. Ama inandırıldı çocuklar bunlara, inandırıldık
hepimiz. Anne babalarımızın sevgileri var mıydı, aa hiç olur mu, onlar
birbirleriyle evlenmişler, çocuk kısmı kurcalamaz gerisini, hep merak ederdim,
acaba ilk ne zaman aşık oldular, ilk ne zaman mideleri karıncalandı, ya da hiç
böyle oldu mu? Pek de öğrendiğim söylenemez bunları, konuşmazlardı zaten
bunları. Çok masum çocuk sorusu aslında anne ve ya baba sen hiç aşık oldun mu,
ya da ilk ne zaman aşık oldun, ne olur yani cevap alsa çocuklar bunlara. Sonra
gelir en dalgalı dönem. Er gen lik. Ne çocuk, ne yetişkin olunan, ama kendimizi
çok büyümüş, her şeyi bilir, ama bir o kadar da bir hiç gibi hissettiğimiz
zamanlar. Suratlarda sivilceler, vücutta değişmeler, kilo almalar, şunlar
bunlar. O zamanda da olur bir merak, ilk öpüşmeler, ilk koklaşmalar. Yine
sorasınız gelir anne babaya, bu sorulamaz zaten, ne seni biri mi öptü, ne seni
bir erkek mi aradı, sen ne işler çeviriyorsun diye başlarlar dırdıra. Aşağı
yukarı yaş oldu mu 18 biz sokaktan, arkadaştan öğrendiğimiz yarım yamalak
şeylerle devam ettik mi yola ettik. Anne babalarımız pek memnundur bu durumdan
ama, ay çok terbiyeli bizim kızımız, daha hiç sevgilisi olmadı, oğlansa
çapkınlığıyla övünülür tabi de şimdi öyle feminist bir havaya girmek istiyorum,
gördüğüm çoğu aile erkek çocuklarına kız çocuklarından fazla zulüm yapıyorlar.
Zaman su gibi akıp giderken, üniversite çağları gelir. Ailenin yanında
okuyorsanız yine değişen pek bir şey olmaz, kandırmalarla çıkarsınız akşamları,
o kütüphanelerde ders çalışmalar hiç bitmez, okulda kulüp etkinlikleri sürekli
devam eder. Kör topal bir ilişkiniz olduğunda çatırdamalar başlarsa, hep karşı
taraf suçlanır, ama aslında siz ne ilişki kurmayı ne cinselliği bilmediğinizden
olabilir mi bu ters giden şeyler. Bir de böyle düşünmek lazım belki de.
Gelelim bugünkü
olayı, e üniversite bitiyor, çoğu kişi evlenmemi bekliyor, kendileri evlendi de
ne olduysa, evlilik bir statü tabi, sosyal paylaşım sitesinde bile, ilişki
statüsü var. Varsa biri hayatımda bir adım önde olacağım onlara göre. Değilse
sadece ben, aman işte sıradan, huysuz, aksiliğinden kimseyi bulamıyor, çok
büyük konuşuyor yorumları falan. Hadi bunlara da alıştık artık diyelim bu
evlenince yaparsın, evlenince giyersin geyikleri nedir hala anlayamıyorum.
Erkekler istiyormuş bir de böyle deniliyor. Kadının istediği hiçbir şey yok.
İmzayı atınca nasılsa her şey serbest, yaptığı bedava, oh ne güzel dünya değil
mi. Böyle değilmiş işte ben de 1 senedir boşuna gitmiyoruz o seanslara. O tipik
kadınlara göre, güzel ol, seksi kırmızı bilmem neler giy ki kocan seni
beğensin. Ya bu adam benimle evlenmeden önce beni onunla mı gördü, hayır. O
kırmızı şeylerle mi adam cinsellik yaşayacak benimle mi. Ben onlarla kadın
olacaksam, iş çok kolay o zaman. Evlenince farklı düşünürmüş insanlar, ümitleri
var yani düşüncelerimin değişeceğinden, çok beklerler. Kendimi bir an o kadar
değersiz hissettim ki ama, bütün dinlerin, büyük düşünürlerin, peygamberlerin
değer verdiği ‘kadın’, ‘ana’ diye tanımladıkları yere göre sığdıramadığı insan,
ne hale geliyor. Bu hale getiren de erkekler mi kadınlar mı iyi sorgulamak
gerekli. Bugün duyduklarımı bir kadın söyledi bana. He bir de dışarıda arasa
daha mı iyi dedi. Daha da beter bir cümle yani. İşte bu aldatmayı tamamen haklı
çıkaran bir zihniyet. Bu demek oluyor ki bir erkek aldatırsa karısı
bakımsızdır, kırmızı bilmem ne giymemiştir, kadın adamı elinden kaçırmıştır.
Adam haklı sonuç olarak.
Gözümüzü açtığımız
andan itibaren bize ahlakı, doğruluğu, iyi bir çocuk olmayı öğretmekle yükümlü
olan ailelerimiz bize neler öğretiyormuş meğerse. Evlenmeden önce odalara
kapatılan kadınlar, kibar bir erkek olan, bazen yüksek sesle güldüğünde, hemen
karı gibi gülme diye azar yiyen erkekler çocukları. Çıplak fotoğrafları
duvarlarda asılı erkek çocukları, büyümelerine rağmen hala anneleri tarafından
banyo yaptırılan erkek çocukları; o annelerinin artık sallanan sarkan
vücutlarını görmeye mecbur kalanlar, ergenlikte bile ağbileriyle aynı odayı
paylaşan genç kadınlar; giyinirlerken ağbileri odaya girdiğinde aman ne olacak
sanki diye odaya kovboy gibi girenler. Hepimiz bu çok iyi bildiğimiz anne
babalarımızın çocuklarıyız. Şaka olsun diye uzun zaman devam eden
mıncıklamalar, el şakaları, evlendikten sonraki günlerde sorulan sorular ve
daha bir sürü şey. İşte biz böyle büyüyoruz sizin sayenizde. Bu yazıyı
okuduğunuzda eminin çoğunuzun ağzından şu cümle çıkacak: sen bir anne baba ol
da görürüm ben seni. Olduğumda da yazarım inşallah bu yazının bilmem kaç
sonraki versiyonunu. Anne baba bir tanedir dünyada, sizin eksikliğiniz hiçbir
şeyle doldurulamaz, bunu kesinlikle inkâr etmiyorum. Ama biraz durmak
gerekiyor. Gözümüzü açtığımızda bizim tanrımız siz oluyorsunuz. Ağlayınca size
geliyor, hasta olunca size geliyor, düştüğümüzde size geliyoruz, acıktığımızda,
susadığımızda. Sonra bizi hayata bırakıyorsunuz, başarısız olunca kızıyorsunuz.
Hiçbir şey öğrenmedin diyorsunuz. Dırdıra başlıyorsunuz yine. Peki siz ne kadar
öğreniyorsunuz, siz ne kadar sorguluyorsunuz, nasıl bir çocuk yetiştirdiğinizi,
bizi suçlamak kolay, eşcinsel çocuğunuzu reddetmek çok kolay, hatta en kestirme
çözüm, benim artık senin gibi bir çocuğum yok cümlesini kurmak. Kuşak farkı var
dersiniz hep, bir gün de bu çocuk ne izliyor, ne seviyor, tutup elinden
nereleri geziyor diye düşünmeyebilirsiniz. Kötü arkadaşlar edinme
tavsiyelerindense getir arkadaşlarını tanışalım demek zor gelebilir. Çocukların
başarıları, çoğu zaman sizin başarınızdır, dershanelere, okullara paraları siz
ödersiniz, çocuk zaten çalışmak zorundadır, fen lisesi falan kazanırsa ondan
kıymetlisi olmaz. Çocuklar sizin narsist uzantılarınızdır. Sonra o uzantılar da
birer narsist olur. Böyle gider gider durur bu. Anne babanızdan dayak
yediyseniz, siz çocuğa az da olsa şiddet uyguluyorsanız, çocuk buna
şükretmelidir, çünkü siz neler çekmişsinizdir. Sizin yaptığınız her türlü
duygusal, fiziksel şiddette ne var ki. Şimdiki çocuklara hiç laf söylenmiyor
zaten canım. Hiç eleştiriye gelemiyorlar. Hakareti hiç kaldıramıyorlar. Kimden
çıktı bu çocuklar bilmiyoruz ki, hiç anne babalarına benzememişler, hep o
arkadaşları, ya da hep bu televizyon, ya da hep bu internet, suçlu hep başkası.
Çocuğun gözü açılırsa büyümeye başladıkça, sizi kabullenmiş gibi görünerek,
sizi az da olsa değiştirir, orta yolu bulur, bir de bakmışsınız çocuk size bir
şeyler öğretmeye başlamış, o sizleri sinemaya, yemeğe götürmeye başlamış,
arabayı o kullanmaya başlamış, siz arka koltuğa geçmişsiniz, yaş ilerlemeye
başladıkça da siz çocuk olmuşsunuz.
Yazının bir yerinde
söyledim, her şeye rağmen sizden vazgeçemeyiz, yine size sığınırız, dikkat edin
ama sizden nefret ediyor da olabiliriz, hayatımız boyunca sizi
yaşadıklarımızdan, seçimlerimizden sorumlu da tutabiliriz. Ama siz hep bizim
iyiliğimizi düşündünüz değil mi, hep o güvenmediğiniz dışarısı yaptı bize her şeyi,
siz her imkânı verdiniz bize de biz kıymetini bilemedik. Siz hep iyi anne baba
oldunuz, hep öğrendiniz, hep didindiniz nasıl daha iyi anne baba olurum diye.
Bunun için çabalayanlarınız da gerçekten var, hepiniz o tipik anne babalardan
değilsiniz tabii ki de. Ama şunu kabul edin, biz büyütüyoruz sizi. Bizimle
büyüyorsunuz, öğreniyorsunuz, çatışmalarımızla güçleniyoruz. Hatta bazen
çocuklarınız daha da güçleniyor. Sonra aşk da o güçlü kadınların, erkeklerin
işi oluyor işte. Peki sizde var mı o güç?
Küçük çocuk gibi kandığımız oyunlar, sahte sözler, vaatler,
itiraflar, mecburi gülümsemeler, usuleten yapılan iyilikler. İşte bunlar bizi
kendimize yabancılaştırmada başrolü alan, kendimizden uzaklaşıp bambaşka bir
ben yaratan mikroplardır denilebilir. Vücuda girerler, yavaş yavaş yayılırlar,
son darbelerini sonradan yaparlar belki, ama bu arada hasta etmeye başlarlar.
Başarısız ilişkiler, her erkek türünden ya da kadın türünden oluşturulmuş
koleksiyonlar, başarısızlık, değersizlik hissi, hayat çok kötü, insanlar kötü
cümleleri, güvensizlik ve türevlerinde birçok şey bu mikroplarla yaşadığımızı
gösteriyor aslında.
Kurtulmak çok kolay
olmuyor ne yazık ki, savaşırsanız çamaşır suyu etkisi yaparsınız, kökten
öldürürsünüz hepsini, yok ben alt edemem bunları derseniz, onlar sizi yener, ve
oyun biter. Ya da arada kalmışlık da olur, mikropların etkisi biraz azalır, ama
hala kanınızda dolanmaya devam ederler, en ufak bir durumda hortlarlar, hemen
üşüşürler başınıza akbaba gibi. Savaşanlar ne yapıyor peki, direniyor her şeye
rağmen. Yorulmuyorlar mı, yorgunluktan ölüyorlar, zihinlerinden geçen binlerce
düşünceden dolayı hızlı konuşuyor, otobüste, minibüste, vapurda her yerde
düşünüyorlar, ama sadece soyut düzeyde düşünmekler yetinmiyorlar, bunları
uyguluyorlar, toka alınan adamla sohbet etmekten başlayıp, evdeki yaşlı
teyzenin anlattığı hikayeyi 20. kez dinliyorlar, şaşırma numarası bile
yapıyorlar. Tabi ki her öğrenilen yeni şey kaçırılan, yanlış yapılan bir şeyi
de hatırlatıyor, haliyle durum ağırlaşabiliyor bazen, suçluluk duyuyorlar,
çünkü sahte ilişkileri artık sarumanın kuleleri gibi yıkılıyor. Yerine sağlam
kuleler yapmak istiyorlar, ama bu arada birileri bu durumun dışında kalıyor.
Bazen anne, bazen baba, bazen kardeş, abla, ağabeyi, arkadaş. Kim olduğu belli
olmuyor. Ama bu süreç önemli bir şey de öğretiyor. Gerçekten sevmek, gerçekten
kıymet vermek veya kıymet görmek, insanların içine bakmak, kendi kendimin içine
bakmak. İşte şimdi hissetmek neymiş öğrenmeye başladım. Kölelik zamanı bitti,
şimdi bana verilen görevlerde kullanıldığımı değil, bana faydası olan bir şeyin
ben yapabildiğim için bana verildiğini düşünüyorum. Ah şu narsisizm, henüz
gitmedi yanımdan, fazla şımarmazsa iyi anlaşıyoruz gerçi. Bana zarar verirse
haydi güle güle dediğimde iyi oluyor bu benim için. Ayrıca iyi bir avcı da
oluyorsunuz, koku alma duyunuz gelişiyor. Sahteliğin, yüzsüzlüğün, yanlışların
kokusunu bir güzel alıyorsunuz ki, bazen hemen geri çekiliyorsunuz. İlk
zamanlar soğuk, asık suratlı, aman ne yapacağız biz bununla dedirtebiliyorsunuz
karşınızdakine. Ama dürüstlük varsa, iyilik varsa da o içinizdeki gelişmeye
çalışan acılı kadın son derece açık, sevecen, samimi, sevilmeye hazır bekliyor
sizi.
İşte bunların hepsi
yaşanmışlıkları anlatıyor. Damdan düşenin halini en iyi damdan düşen anlıyorsa,
beni de benim yolumdan geçenleri de yine onlardan birileri anlamaz mı?
http://www.huseyinkacin.com/forum/index.php?topic=902.0
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder